13 Eylül 2011 Salı

MEMLEKETE NUTUK!

Hazır memleket “ateşten gömlek” moduna girmişken, güzel ülkemin güzel insanları hala daha kendilerini avutmaya (ve tatmin etmeye) devam ediyor.

Komşularımızla sıfır (sözde) sorun politikasını maçın ortalarında taca atmış bir ülkenin bireyleri olarak, içinde bulunduğumuz siyasi gelişmelerden ne denli memnunuz çok merak ediyorum.

CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun kendi Twitter hesabından yaptığı bir takım açıklamalara (tweetlere) hak vermemek içinde bulunduğumuz gündem itibariyle imkânsız durumda.
Ciddi ciddi düşündüğümüzde, Suriye ve İran bir zamanlar İsrail’e düşman durumundaydı.

Şimdilerde ise bu üç ülke bize düşman durumdalar. Bize düşman olduklarını anlamak için illa ki sınırlarımıza tanklarını yığmaları, tepemizden uçaklarını geçirmeleri gerekmiyor elbette. Bürokrasinin zafiyeti ve karşılıklı diplomatik (!) açıklamalar bile “savaş” kelimesinin ne denli az olduğunu bizlere gösteriyor.

Dış politikada yaptığımız her atılım bize artı puan olarak dönmüyor, zaman bize bunu gösterdi. İç politikada yaşanan sıkıntıları kapatmak adına yapıldığını düşündüğüm bu dış politika atılımı kendi kalemize gol atmamıza neden olmuştur, açıktır!

PKK’nın her gün daha da azdığı ve terör belasının yavaş yavaş ülkenin dört bir yanını sardığı bu günlerde, memleketin Başbakanı Erdoğan yaşanan gelişmeler konusunda ne zaman masaya yumruğunu vuracak merakla bekliyoruz. Görünen gerçek ise; Başbakan Erdoğan’ın bu hamleyi er ya da geç yapamayacağı (!)…

AKP ve ona bağlı (!) STK’lara olan güvensizlik duygusunun her geçen gün daha da arttığı bir zaman dilimi içerisinde hükümetin ne denli akılcı politikalar izleyeceğini çok merak ediyorum.

Şike soruşturmasını bile hükümetin TFF’yi ele geçirme hamlesi olarak algılayan memleket insanlarının sağduyusu haklı çıkacak mı, yoksa bizi ters köşeye yatıracak mı bu da ayrı bir muamma ve merak konusu.

Böyle bir ortamın içerisinde ne denli sükûnet içerisinde olabileceğimizi bilememekle beraber, memleket evlatlarına üzülerek yaşantımızı sürdürmeye devam ediyoruz. Her gün gelen şehit haberlerinin bile artık sıradanlaştığı ve insanlarımızın karşı refleksini güçsüzleştirdiği böyle bir beyin algoritmasında akıllı ve sağlıklı bir hafta temenni ediyorum.

Mevzunun vahametine kendinizi kaptırmadan güzel bir hafta geçirmeniz dileğiyle…

5 Temmuz 2011 Salı

AKP'Lİ OLMA KLAVUZU

İnsanlar neden AKP’lidir? …

Son günlerde derinlemesine bunu düşünür oldum. İyi mi yapıyorum yoksa kötü
mi bilmiyorum. Düşünüyorum sadece. Düşünüyorum, düşünüyorum, o halde;
varım..!

Derinlemesine AKP’li olmanın birinci kuralı esnek olmaktır. Her türlü manevra
kabileyetine sahip olmak gerekir. Netekim dün ANAP’lı iken bugün AKP’li,
bugün AKP’li iken yarın XYP’li olabilirsin..!

Derinlemesine AKP’li olmak için iş adamı, onun yalakası, Ankara’da dayıların,
lüks oyuncakların, çıkar ve menfaat düşkünü olman gerekir. Ayağını yorganına
göre uzatmak istemiyorsan da derinlemesine AKP’li olabilirsin..!

AKP’li olmanın temel koşulları vardır… Biat etmeyi bileceksin mesela.
Her siyasi cümlenin içerisinde insanlara vaatlerde bulunacaksın, sürekli
yenilenmeden bahsedeceksin, hiyerarşik düzene ters gelecek hiçbir açıklamayı
yapmayacak, yapanlara göz yummayacaksın, çıkarını gerektiren bütün oluşum
ve söylemlerin içerisine balıklama dalacaksın… Derinlemesine AKP’li
olacaksan eğer; ileri demokrasi kavramını iyi ezberleyeceksin, yalan söylemenin
de bir sınırı olduğunu bir kenara bırakacaksın… Zafere giden yolda her
yolun mübah olduğu birinci önceliğin olacak. Demokrasiyi “amaç” olarak
değil “araç” olarak göreceksin..! Hem “laik” hem “müslüman” olunmayacağı
desturun olacak..! AKP’li olmak zor zanaattir vesselam..! AKP’li isen alkol
almayacaksın, alkollü yerlerde bulunmayacaksın (desem de AKP’liler de
inanmaz zaten)..!

Derinlemesine AKP’li olmak için “günü kurtarma” sanatını iyi becerebilme
kabiliyetinin olması muhakkak önemlidir. Günü kurtarma adına yapacağın her
siyasi hamlede biat ettiğin büyüklerinden “aferin” alırsın..! Biat etmek zoruna
gidiyorsa eğer, gözlerini bağlar, kapının kolunu ararsın..! Sen bulamazsan da
onlar gösterirler zaten..!

AKP’li olmak için öyle çok cesur olmana gerek yok, birşeyleri biliyor-muş,
görüyor-muş ve yapıyor-muş gibi davranman yeterlidir. “miş-muş” ekleri
AKP’de geçirdiğin siyasi hayatın boyunca klavuzun olacaktır, bunu da
unutmayacaksın..!

AKP’li isen namaz kılmayı bilmene gerek yok, Cuma günleri hocaya saati
sormak için bile olsa camide gözükeceksin. Cemaati seversin veya sevmezsin,
AKP’li isen sevecek, dirsek temasını kuvvetli tutacaksın..!

Vatandaşlara söyleyeceğin siyasi cümlelerin içerisinde, aynı sudan içtiğini,

aynı yoldan geçtiğini, aynı metrobüsü kullanıp, aynı havayı solduğunu da
mutlak suretle söyleyeceksin. Aynı yolun yolcusu olduğuzu ve aynı cennet veya
cehennemi paylaşacağınızı da söylemeyi unutmayacaksın..!

Netice de hepimiz nasıl ki hem Ogün Samast hem milliyetçi isek, yine aynı
şekilde hepimiz hem Ermeni hem de Hrant Dink’iz, bunu unutmayacaksın..!

Kısacası; çıkarın ve menfaatin, günü kurtarma adına atacağın adım ne ise
sende “o”sun…

Yani, AKP’lisin…!

Bundan gurur duyabilirisin, şimdi rahaaat rahaaat gerinebilirsin…!

Ne de olsa; Türkiye hazır, hedef 2023…!

KÜRT GERÇEĞİ – EĞLENCE GERÇEĞİ

Türk siyaseti zorlu bir dönemeçten geçiyor. Demokrasinin etrafından dolana
dolana girdiğimiz genel seçimler ve şimdi de siyasal yargı nidaları eşliğinde nur
topu gibi yeni bir sorunumuz daha var. Demokrasi söylemini sadece söylemde
bırakıp eylemsel boyuta geçirmeyende, ileri demokrasi söylemiyle halkı
kandıranda, 12 Eylül’le hesaplaşma adı altında milleti ters köşeye yatıranda,
halk iradesiyle TBMM’ye girmeye hak kazanan CHP’li, MHP’li ve BDP’li
vekillerin meclise girememesinin sorumluluğunu taşıyanda, güzel memleketimin
güzel insanlarının %50 oy vererek yeniden iktidara getirdiği AKP’dir.

Memleket sathında önümüzde ki 3 aylık süreç son derece kritik bir aşamada. Bir
yandan KCK tutuklusu vekillerin serbest bırakılması için direnen ve TBMM’yi
boykot eden BDP, diğer yanda terör örgütü PKK’nın terörist lideri Apo’nun
İmralı’dan sarfettiği ve ortam geren sözleri, bir diğer yandan terör örgütü
PKK’nın Kandil lideri terörist Murat Karayılan’ın da “15 Temmuz son şans”
tehditleri eşliğinde zorlu, dolambaçlı ve gerçekci bir 3 ay bekliyor bizleri..!

12 Haziran seçimleri ne kadar sert geçtiyse, bir o kadar daha sert bir dönem
bekliyor Türkiye’yi bundan sonra ki süreçte. Kürt sorununu çözeceğini ve bunun
için Kürt açılımını başlattığını söyleyen Başbakan Erdoğan, %50’nin verdiği
güç ile Kürt sorununa ne kadar cesaretli, ne kadar azimli, ne kadar gerçekci
bakacak bunu da zaman gösterecek. Başbakan Erdoğan’ın bundan önce ki teorik
cümlelerini hep teori olarak bıraktığını düşünürsek, açıkcası benim hiç ama hiç
umudum yok. Umudum da yok, güvenim de yok. Kürt sorununun çözümü için
önce ABD’yi ikna etmesi gerekecek ki, bu da Başbakan Erdoğan için imkansız.
İmkansız diyorum çünkü; ABD PKK’nın ortadan kalkmasını istemiyor. Bu
konuyu da bilenler biliyor, daha sonra ki yazılarım da detaylandırabilirim…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun vatandaşları Kürt sorununa ne kadar
mesafeli dururlarsa sorun o kadar büyüyecektir. Kürt halkının taleplerini (haklı-
haksız noktasına değinmiyorum) görmezden gelerek, kötü niyetten arınmamış,
iyi niyetten nasibini almamış şekilde bu olaya bakmak, aymazlık ve aptallıktır!
Kendi iç sorununu, kendi kendisini kandırarak yıllardır sürdüren başka bir ülke
var mıdır onu da bilemiyorum..!

Türkiye artık daha fazla Kürt sorunuyla uğraşmamalıdır. Adına ne dersek
diyelim, Türkiye Cumhuriyeti üzerinde yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımız
taleplerini görmezden gelemeyiz. Sorunları çözmek için var olan siyasi kurumlar
ise, sorunları daha fazla büyütmekten öteye geçmelidirler.


NEREDE O ESKİ ALTINOLUK YAZLARI


Altınoluk gün geçtikçe büyüyor, gelişiyor ve dünyaya ayak uyduruyor (çalışıyor
en azından) …

1989 yılından beri Altınoluk’ta yaşayan birisi olarak şöyle biraz geriye dönüp
baktığımda ise, Altınoluk yazlarının eskiye nazaran daha eğlencesiz olduğunu
görüyorum. “Eğlence” kelimesini özellikle vurguluyorum, lakin önceden
eğlencenin tadı da vardı, tuzu da..

Altınoluk’a damgasını vuran ve yazları adeta para basan ve eğlencenin hakkını
veren mekanlar vardı. Asparagas (eski adıyla Set Disco), Anatolia Bar, Antique
Bar, Zeytin Bar, Köprü Bar bunlara vereceğimiz birkaç örnek. O zamanlar
ve öncesinde “eğlence” kelimesi o kadar anlamlıydı ki, Barbaros caddesinde
“Barlar sokağı” isimli bir sokak ismi bile vardı. Hoş hala daha var, ama artık o
“Barlar sokağı”nda sadece 1 tane bar var..!

Zaman ilerledikçe hem eğlence kültürümüzü (var olan) yitirmeye başladık,
hemde eğlence kelimesinin kelime anlamı değiştirmek için uğraştıkça
uğraştık. Artık gençler sıradışı ortamlarda sırı dışı olaylara vukuu buldurarak
eğlenebiliyorlar.

Yine şöyle bir zihnimi tazelediğimde, barlar sokağında geceleri kaldırımlarda
oturan gençleri hatırlıyorum, sahillerde yakılan ateşleri hatırlıyorum, daha
samimi ve daha doruklarda eğlenceleri hatırlıyorum. Ya ben o eğlence kültürüne
çok özenmiştim, ya da günümüz eğlence kültürü bana tamamen uzak.

İşletmelerin maruz kaldığı baskılarda eğlence kültürümüzü yitirmemizde önemli
bir etken aslına bakarsanız. Bundan 5-6 yıl öncesine kadar, gece saat 02’ye
kadar olan canlı müzik, artık saatler 00:00’da sona eriyor. Eriyor mu ermiyor mu
orasını tam olarak bilemiyorum tabi ki ama yaptırım bu şekilde.

Yazlık tatil bölgeleri için bu tür uygulamalar ise eğlenmeye ve bütün bir kışın
yorgunluğunu atmaya gelen vatandaşları mutsuz ediyor. Onların mutlu olmaları,
başkalarını mutsuz etmediği sürece bu tür yaptırımlar konusunda gerek valilik
gerek kaymakamlık (bu konuda yetki onlarda) biraz daha esnek davranmalıdır.
Bodrum, Kuşadası, Marmaris’te gece 04’e kadar süren eğlence neden
Altınoluk’ta, Akçay’da 00:00’da sona eriyor bunun tatminkar bir açıklaması
olmalı muhakkak.

Bildiğim kadarıyla; Bodrum’da, Altınoluk’ta Türkiye Cumhuriyet’i sınırları
içerisinde..!

19 Haziran 2011 Pazar

ALTINOLUK'A YAZ GELDİ - Mİ?

Altınoluk yavaş yavaş hareketlenmeye başladı. Maksimum süreyle 40-45 günlük bir hareketlilik yaşanacak ve para kazanacak Altınoluk esnafı.

Altınoluk’a yaz geldiğini nasıl anlıyoruz peki?

• Midyeciler barlar sokağında ki yerlerini herkesten önce almaya başladıysa…
• Meydan’da bulunan reklam panoları dolmaya başladıysa…
• Kırmızı Bar Cevdet Bey sürekli bir koşuşturma içerisindeyse…
• İncik-boncuk satılan tezgahlarda gözle görülür bir artış varsa…
• Jandarma arabalarını işlek caddelerde daha sık görmeye başladıysak…
• Gece kulüplerinin lazer ışıkları gök yüzünü aydınlatmaya başladıysa…
• Kışın bom boş duran dükkanlarda hummalı bir çalışma gözleniyorsa…
• Sukhse Karaoke Bar sezon açılışı öncesi son hazırlıklarını yapıyor, sahibi Göksenin Bey Bursa’dan alış-verişten döndüyse…
• CHP’nin aylık parti toplantılarına ara verilmeye başlandıysa…
• Altınoluk sokakları yenmiş çekirdek kabukları ile dolmuşsa…
• Büyükşehirlerde yaşayan arkadaşlarım kış boyu beni aramayıp yeni yeni aramaya başladıysa…
• Pınar Marin’in önü son rütuşları yapılan teknelerle kaynamaya başladıysa…
• “Bardakçı Selçuk Amca” Altınoluk semalarında göründüyse…
• Altınoluk Amfi Tiyatro’da tadilat çalışmaları hız kazandıysa…
• Yağcılar bölgesinde sabah yürüyüşü yapan 60 yaş üzeri insanların sayısı arttıysa…
• Deniz Kafe’nin işletmecisi Deniz Bey yerinde duramıyor, sürekli yeni bir tadilat ile uğraşıyorsa…
• Altınoluk Belediye Başkanı Hasan Özpolat’ı kısa kollu gömleğiyle gördüysek…
• Pansiyonlar’da “yerlerimiz azalmıştır” yazıları asılmaya başlandıysa…
• Özde Zıypak Edremit’ten Altınoluk’a taşınmışsa…
• Turkcell Emre, yaz ayı için saha elemanı aramaya başladıysa…
• Simit fırınında ki simitlerin kokusu sokağı kaplıyorsa…
• Barlar sokağında gece 03’ten sonra çöpler ve kediler dans etmeye başlamışsa…
• Rize’li Şahin Bey yeni sezon bikinilerini gözümüzün içine sokmaya hazırlanıyorsa…
• Bacahan’ın altında ki iş yerlerinde yeni bir değişiklik seziyorsak…
• İnşaat alanların da, yasak öncesi son çalışmalar Pazar günleri de dahil devam ediyorsa…
• Emektar ve cefakar Altınoluk Belediyesi Zabıtası devriye saatlerini uzatmış, gece nöbetleri 04’e uzamışsa…
• Vardar Dondurma’nın sahibi Neco Bey, 15 yıldır değişmeyen sesiyle “biyurunnn” çekiyorsa…
• Altınoluk 2 Nolu Sağlık Ocağı’nda ki Ambulans’ın siren seslerini daha sık duymaya başladıysak…


Altınoluk’a yaz geldi, geliyor demektir…

Bu sene Altınoluk’a yeni gelecek misafirler için ise Altınoluk Belediyesi’nin bir sürpriz var. Altınoluk her iki tarafı ışıl ışıl karşılayacak misafirlerini.

16 Haziran 2011 Perşembe

ALTINOLUK - CHP

Türkiye’nin seçimi bitti sıra geldi CHP’nin kendi içerisinde ki seçimlere. CHP lideri Kılıçdaroğlu olağanüstü kurultay olmayacağı yönünde açıklamalar yapmasına karşın, Deniz Baykal ve Önder Sav’ın başını çektiği grup kurultayın toplanması için çalışmalara başladı.

Geçen gün Milliyet gazetesinden Fikret Bila’ya verdiği demeçte bunu açıkca ifade etti Deniz Baykal; “CHP seçimler de başarısız olmuştur ve partinin en yetkili organı olan kurultayın toplanması acilen gerekmektedir” şeklinde konuştu.

Deniz Baykal’ın haklı mı yoksa haksız mı olduğunu hiç yazmayacağım. Deniz Baykal bana göre yerden göğe kadar haksızdır. Adama sorarlar en azından; “sen ne yaptın” diye. Siyasi tecrübesine ve deneyimlerine sonsuz saygı duyduğumuz birisi olmasına karşın bu tür söylemlerinin partinin tabanı tarafından bir karşlığı olmadığını da biliyordur umarım.

Gelelim durumun yereline… Aynı durum yerelde Altınoluk içinde geçerli. CHP’nin Altınoluk’ta ki muhalif kesimi de borozanları öttürmeye başlayacaktır. Deniz Baykal’a sorulan sorunun bir benzeri kendilerine de sorulabilir. 45 günlük seçim propagandası döneminde seçim bürosuna bir kere uğramayan partinin “deneyimli!” isimleri şimdi hangi hakla partiyi başarısız buluyorlar çok merak ediyorum. Bu kişilerin isimlerini de vermek benim için hiç zor ve sorun değil aslında. Deniz Baykal’a olduğu gibi kendilerinin de yaşına hürmetimiz var, susuyoruz!...

Yerel “Sav” ve yerel “Baykal”lar kendilerini hala daha CHP’nin sırtından geçinecek sanıyorlar. CHP’nin isminden ve markasından faydalanarak elde ettikleri kazançlar yetmezmiş gibi, hala daha CHP’yi düşünüyorlar!... CHP’yi bu kadar çok düşünen bu “şak şakcı” ve “ak saçlı amcalar”ın seçim dönemin de Ayvacık’a mı yoksa Narlı’ya mı daha yakın olduklarını ise bilemiyoruz, affetsinler!... Siyasetin bir meslek olmadığını ve yeri geldiğinde saygı duyulacak şekilde bırakılması gerektiğini ben öğretecek değilim sanırım…

CHP artık o isimlere prim vermeyecektir. Bu iki artı ikinin dört olduğu kadar gerçekçidir. Sözde CHP’li bu isimlerin, ön plana partiyi değil de kendi çıkar ve menfaatlerini koymalarının nedeni ise aşikardır…

Gelelim bu çıkar ve menfaat maymunu olmuş isimlerin CHP Altınoluk üzerinde ki etkilerine. Aslında artık etkileri kalmadı, son tepkilerini gösteriyorlar, onlar da nafile… CHP bu isimlerin aç gözlülüğü ve doymazlığı yüzünden çok çekmiştir. Partiye üye olmak isteyen insanları ileride kendilerine yakın olabileceği düşüncesi ile üye yapmamışlar ve kendi çarklarını terse döndürecek bütün isimlerin üstünü kırmızı kalemle çizmişler. Ben bunlara yerel “Sav” diyorum. Bahsini ettiğim durumun aynısını CHP genel merkezinde çok değer verdikleri “abi”leri yapıyordu, onun da üzerini çizdiler…

Lafı çok fazla eveleyip gevelemeden şunu söyleyebiliriz değerli okurlar; CHP artık gençleşecektir. Bunun önüne kimse ama kimse geçemeyecektir. Bu yazımı birilerinin bana yazdırttığını düşünenler ise yaptıkları aymazlıklarla ömür boyu yaşamak zorundadırlar. Partinin gençleşmesi adına verilen mücadele ise elbet yerini bulacaktır…

Şimdi müsadenizi istiyorum, kapı çaldı, ona bakacağım!...

20 Mayıs 2011 Cuma

BOŞ TABAK ...

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Balıkesir ve ilçelerine verdiği önemi dün Edremit’te gerçekleştirdiği mitingle bir kere daha göstermiş oldu. Gözlemlediğim kadarıyla da oldukça yoğun bir katılım vardı.

Kılıçdaroğlu bu çalışkanlığı ile iktidarı ne kadar çok istediğini aleni bir şekilde sergiliyor. Yorulmadan, yılmadan, gece-gündüz demeden ilçeleri ve illeri büyük bir özveri ile dolaşıyor. Bunun karşılığını bekleyeceği gün olan 12 Haziran’a kadar sergileyeceği performans ise daha da önemli. Bunu böyle rahat bir şekilde söylememin asıl nedeni ise, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bundan önce ki (12 Eylül referandumu dahil) hiçbir seçimde olmadığı kadar agresif olması.

Başbakan’ın yüzünde ki ifade, el hareketleri, mimikleri ve söylemleri iktidarın kaybetme korkusunu ensesinde hissettiğin açık bir göstergesi değil mi zaten?...

Hiçbir mitinginde proje açıklamayan Başbakan, sadece ana muhalefete yükleniyor, benim de günahım kadar sevmediğim Süleyman Demirel’e yükleniyor, MHP ile ilişkili olduğu iddia edilen kasetlerle MHP’ye bel altı vuruyor.

E tabi bu tutum ve politika Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı’na yakışmıyor. Yakışmayan sadece bu tutum da değil tabi, onları da yazmaya kalkarsak sayfayı komple doldurmamız gerekecektir!...

AKP’nin yavaş yavaş tükenmeye başladığı bu günlerde, naçizane olarak muhalefet partilerine şu öneride bulunuyorum. Bu önerim özellikle CHP lideri Kılıçdaroğlu’na…

AKP’nin ayakları yere basan bir projesi olmadığı için Başbakan’ın asıl amacı kişisel polemikler üzerinden oy toplamak. Bunu görmek için yolların yürüyerek aşınmayacağını bilmek gerekmiyor illa ki!... Muhalefet partileri olarak, kişisel bir saldırı olmadığı sürece Başbakan’a cevap vermek sizi amacınızdan uzaklaştıracaktır. Sizler sadece projelerinizi halka anlatarak oy toplama derdine düşerseniz bunun sonucunu daha iyi alacağınızı düşünüyorum. Örnek olarak CHP; Aile Sigortasını, emekliler, işçiler, öğrenciler, atanamayan öğretmenler vs. gibi projelerini halka anlatırsa, hem Başbakan’la polemiğe girmeyerek 1 adım önce olacaktır hem de vatandaşın gözünde ki “sözüne güvenilir siyasetçi” kalıbının içerisine girecektir. Çünkü memleket insanları artık ona buna atıp tutarak oy toplamaya çalışan liderlere prim vermiyor…

Bu anlamda Kılıçdaroğlu doğru yolda gidiyor aslına bakarsanız. Her mitinginde projelerini halka anlatıyor. İyi veya kötü, az veya çok vatandaşların önüne proje sunuyor. Tabağı en azından Başbakan gibi masaya boş koymuyor!

twitter.com/okyondr
okyonder@gmail.com

12 Mayıs 2011 Perşembe

23 NİSAN!

AKP ne zaman gerçek “Adaleti” sağlayıp gerçek “Kalkınmayı” sağlar? ...

• Recep Tayyip Erdoğan, Muz Cumhuriyeti’nin değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olduğunu anladığı zaman…
• Yandaşa değil, vatandaşa sahip çıktığı zaman…
• Dini bir bütün insan olarak!, dini siyasete alet etmediği zaman…
• “Her canlının bir gün ölümü tadacağını” unutmadığı, eylem ve söylemlerini bu doğrultuda gerçekleştirdiği zaman…
• Güçler ayrılığı ilkesinin “Yürütme” organının, memleketi daha ileriye, gerçek demokrasiye, gerçek adalet ve kalkınmaya gitmesi için kullanıldığını kavradığı zaman…
• Memleketin çiftçisine destek çıktığını belirtip, Türkiye Cumhuriyeti’nin çiftçisine “ananı da al git!” dememeyi öğrendiği zaman…
• Türkiye’nin bölünmeyeceğinin garantisinin AKP olduğunu söylediği halde, kahraman şehitlerimize “kelle” dememeyi bildiği zaman…
• AKP Teşkilatlarının Gençlik Kolları’nın sıfırın altında olduğu halde, memleketin en büyük gençlik örgütü kendilerindeymiş gibi göstermediği zaman…
• “Allah’ın Statükocusu” lafının, “Allah’ın kuruşu” lafından daha pahalı olmadığını anladığı zaman…
• 12 Eylül referandumunda milleti “darbe” öcü ile pompalayıp, 12 Eylül referandumundan sonra kendilerine zam yapılmasının etik olmadığını bildiği zaman…
• 2002 yılında iktidara gelmeden önce milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasının ilk icraatlarının olacağını bas bas bağırdığı halde, üzerinden 9 yıl geçmesine rağmen “yan” çizmenin Kasımpaşalı’ya yakışmadığını gördüğü zaman…
• 1 milyon 700 bin Türkiye Cumhuriyeti gencinin hayallerini yıkan ÖSYM kurumunu ısrarlar savunmanın bir anlamın olmadığını ve o gençlerin AKP’nin iktidardan inmesinin en büyük etkeni olacağını anladığı zaman…
• ABD’nin hiçbir zaman Türkiye’nin çıkarlarını ve iyiliğini düşünmediğini ve ABD ile stratejik mitratejik ortaklığın bir cacık olmayacağını anladığı zaman…
• Türkiye Cumhuriyeti’nin kahraman polisini, AKP’nin kendi emel ve çıkarları doğrultusunda kullanmasının elbet bir gün başına “balyoz” gibi ineceğini az buçuk çaktığı zaman…


Ben yukarıda ki yazıları boşuna yazdım aslında, memleketimin güzel insanları Aziz Nesin’i hala daha haklı çıkarma adına çaba göstermediği sürece; sepet sepet yumurta, gel bize bazı bazı, ben annemi özledim, yaşasın 23 Nisan!...

7 Mayıs 2011 Cumartesi

KANAL ALTINOLUK

Altınoluk aslında küçük Türkiye’dir. Türkiye’yi piksel piksel küçültürsen karşına Altınoluk çıkar. Siyasi yapı itibariyle de, ticari yapı itibariyle de Türkiye’yi bulabilirsin karşında. Tıpkı Türkiye gibi kozmopolit bir yapısı vardır Kaz Dağlarının eteklerinde ki bu memleketin.



Ve Altınoluk’ta yaşamakta, siyaset yapmakta, ticaret yapmakta zordur…



Altınoluk öyle bir memlekettir ki; insanı vezir de yapar, rezil de eder…



Yazımın başlığının “Kanal Altınoluk” olmasının en birinci nedeni, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı İstanbul projesiyle ilişki sanılmasın. Alakası yok. Bu yazıda sizlere Altınoluk dertlerini aktarmaya çalışacağım kıyısından, köşesinden…



Altınoluk’un daha ileriye gidebilmesi için, istihdamın daha da artması, siyasi ve ekolojik yapısının daha da gelişmesi için Altınoluk’ta yaşayan insanların birbirlerinin kuyusunu kazma peşinde koşmamaları gerekir. Altınoluk’a bir çivi çakanın her zaman yanında olmak gerekir. Bu memlekette taş üstüne taş koyanı el üstünde tutmak gerekir. Küçük siyasi çekişmelerle, üç inşaat daha fazla yapacağım, adımın şanını beş kişiye daha duyuracağım diye bu güzelim memleketi yerlerde sürükleyemeyiz değerli okurlar…



Altınoluk, Tanrı’nın bizlere armağan ettiği büyük bir mirastır. Süreç içerisinde beceriksiz yöneticiler ve açgöz müteahhitler tarafından “Fatmagül”den farkı kalmaz duruma getirilmişlerdir. Durum aynen bu, kızmak gücenmek yok…



Altınoluk’u yöneten insanların da her zaman dikkatli davranması gerekmektedir. Çünkü yönettikleri memleket Türkiye’nin her hangi bir yerleşim yeri değildir. Yeşilin ve mavinin birbiriyle kucaklaştığı, havasıyla, tarihi güzellikleriyle Tanrı’nın insanoğluna bahşettiği bu harikulade memlekete yakışır projeler geliştirmek ve bunları doğaya ve insanlığa zarar vermeden hayata geçirmek gerekmektedir. Diyebilirsiniz ki şimdi; “öyle olmuyor mu peki” diye… Bundan önce ki yöneticilerin hayata geçirdikleri birkaç projenin haricinde öyle olmuyor gerçekten. “Altınoluk’u alan aldı, satan sattı” mantığıyla, ipleri elimizden bıraktığımız anda öyle bir tokat vurur ki kanyondan çıkan oksijen adamın suratına, neye uğradığını şaşırır, öyle apışıp kalırsın!...



Ama şanslı Ege’nin mağrur kızı Altınoluk… Şuan ki yönetici-leri en azından daha aklı selim, daha olabilir itesi yüksek ve insan odaklı projeler üretiyorlar. Yeterli mi peki, elbette değil… Yeterli olmamasına rağmen, gösterdikleri bu çaba bile gelecek için umut vaat ediyor Altınoluk’un sakinlerine… Burada zaten isim de önemli değil, önemli olan sosyal yönetici anlayışını, sosyal demokrat zihniyet dâhilinde sürdürebilmektir…



Altınoluk’un kozmopolit yapısı olduğunu belirttim yazının başında. İşte tam burada doğan sıkıntıları yine doğal yollarla kendi içerisinde, adete “kol kırılır yen içinde kalır” mantığı çerçevesinde bertaraf ediyor Altınoluk… Muşlusu, İzmirlisi, Karslısı, Vanlısı, İstanbullusu, Ankaralısı, Diyarbakırlısı, Trabzonlusu, Hataylısı, Uşaklısı ve dıdısının dıdısının dıdısına kadar çeşitli yerlerden insanlar yaşıyor Altınoluk’ta… Bu kadar çok memleketten insanın yaşadığı bir belde de bunun sonucu oluşabilecek sıkıntılar ise gayet normal…



Konuyu dağıtmadan gelelim sözün özüne…



Altınoluk tam anlamıyla ne zaman adam olur biliyor musunuz?...



Yalaka kültürünün, çıkar-menfaat ilişkisinin, senden-benden zihniyetinin ortadan kalktığı zaman Altınoluk tam anlamıyla “adam” olur…



Altınoluk’u sadece belediyecilik anlamında değil, her anlamda yöneten insanların ise bahsini ettiğim konulara duyarlı olması ve kapasitelerinin sonuna kadar mücadele vermesi ise güzel ve güneşli günlerin yakın olduğunun habercisidir diye düşünüyorum.



Kalın sağlıcakla…

24 Nisan 2011 Pazar

İstanbulum, İstanbulsun, İstanbul...

Blogu komple değiştirmeye karar verdim. Bundan böyle yazdığım köşelerin afilli hallerini koymayacağım buraya. Böyle daha deli dolu, daha samimi ve daha "ben"leri yazacağım. Dert ortağım olacak belki de bundan sonra...

Yakında İstanbul macerası başlıyor. Altınoluk benim için her zaman büyük bir zevk. Bu büyük zevki 23 sene boyunca tattığım içinde kendimi çok şanslı görüyorum...

Ve İstanbul...

Adını bile ağzına aldığında insan hem inanılmaz büyüleniyor hem de inanılmaz ürperiyor. "Bu memleket beni fena yapar hocam" diyen lise arkadaşım geldi aklıma. Çocuk İstanbul'dan Altınoluk'a taşındığında böyle söylemişti. Şimdi "change" durumu söz konusu. Benim bu cümleyi kurmam daha gerçekçi lakin, öyle görüyorum...

İşin evveliyatına hiç girmek istemiyorum bu yazıda. Bu yazıda, "yazdım, oldu" mantığını naklettim, vira bismillah diğer yazılara artık...

Kalın sağlıcakla dostlar, paylaşacak koskocaman bir dünyamız var artık...

21 Ocak 2011 Cuma

NOSTALJİK MANŞETLER

Çok ilgimi çeker gazetelerin eski manşetleri. Zaman zaman açar bakarım hangi olayda, hangi gazete ne başlık
atmış, neler anlatmış diye…

O günleri bir kez daha hatırlarsınız adeta, o atmosferi bir kez daha solursunuz. Kimler yanılmış, kimler körü
körüne yanlışları savunmuş gülerek hatırlarsınız. Olayın üzerinden bir hayli zaman geçtiği için, konuşursunuz
kendi kendinize bazen “ Ben demiştim bak böyle çıktı” diye!

Dünü hatırlayarak, yaşayarak teraziye koyduğumuz manşetler yaşımızın yettiği haberlerdir. En az hatırladığım
mevzular kadar, hatırlamadığım haberlerin manşetleri de ilgimi çekiyor doğrusu. Çok eskilerden bahsediyorum,
belki elli yıl, belki yüz yıl öncesi… Basının daha tek sesli olduğu zamanlar… Eski zamanlardan bahsediyordum;
Menderes döneminin, Kurtuluş Savaşı döneminin haberlerinden, manşetlerinden… Metinleri okudukça insan
daha farklı bir dünyada hissediyor kendini. Sanki birileri mahkeme kararını gazeteye vermiş, o ilan ediliyor
ince ince. “Gelmiştir, yapmıştır” şeklinde bitirilen cümleler ilgincimize gitse de; biz de hoş bir seda bırakıyor ve
anlamadığımız bir şekilde derin nefes alıp vermemize neden oluyor.

Vakti zamanın en büyük iletişim aracı olan radyonun ve onun frekanslarının hitap şekli de gazeteleri
etkilemediğini söylemek zor doğrusu. Manşete çekilen haberin üzerinden çok saatler geçmesine rağmen,
haberin veriliş şekli günümüzün son dakikalarını anımsatıyor. O zamanın son dakika haberlerini verenler de
radyolar olduğuna göre bu duruma çok şaşırmamak gerek.

Günümüze geldikçe ise değişiklikleri fark etmemek mümkün değil. Eski manşetlerin altında yatan gizli soruların
bugünkü kadar deşifre olma ihtimalinin bulunmaması geçmişi daha meraklı kılıyor. Bugün manşetlerde bir
şeyleri saklamak isteseniz de, diğer basın-yayın organları ile bir şekilde ortaya çıkıyor. Ama vakti zamanında
öyle değilmiş, iki kişinin bildiği sır olarak kalıyormuş genellikle. Tozlu sayfaları ilgi çekici yapan da bu olsa
gerek…

O yüzden hep merak uyandırmıştır ben de eski haberler, sürmanşetler… Yakın tarihi koklamanın, algılamanın
ve yaşananlardan çıkarımlar yapmanın yolu zor da olsa buradan geçiyor. Geçmişi sadece insanlardan dinlemek
kulaktan kulağa oyununa benzer. Kayıt alamadığınız müddetçe gerçekler hayal edemeyeceğiniz palavralara
döner. Oysa kâğıda dökülen her kelime tanıktır tarihe!

Not: Gençlik köşemizle ilgili gönderdiğiniz mesajlar için tekrar ve tekrar teşekkür ediyorum. Mesajlarını da
gazetemizde yayımlarken o hafta ki konumuzla alakasına bakıyorum. Haftada bir bu köşemiz olduğuna göre
şimdiden 5-6 aylık “malzememiz” hazır. Sağolun dostlar…

Dipnot: Pazartesi günü Uğur Mumcu ölüm yıldönümü. Atatürkçü, Devrimci, Laik ve Cumhuriyetimizin yılmaz
savunucusu usta kalemi bir kez daha minnet ve şükranla anıyorum…

19 Ocak 2011 Çarşamba

YENİ CHP YENİ GENÇLİK KOLLARI

18 Aralık 2010 tarihinde ki olağanüstü kurultaydan sonra “Yeni CHP” söylemi dilden dile dolaşır oldu. Bu kapsamda, il başkanlarının istifaları alınmaya başlandı. Ankara’da Sav’ın ekibi istifa etmese de İstanbul’da Berhan Şimşek’in ‘mecburen’ havlu atması süreci hızlandırdı. İstanbul’a Nebil İlseven gibi CHP’yi hem sermaye, hem geniş halk kesimleriyle buluşturabilecek iddialı bir isim atandı. Şimdi atanacak il yönetimleri, seçimlerden sonra yapılacak kurultaylarda oluşacak delege listelerini belirleyeceği ve Kılıçdaroğlu’na ‘delege tabanı’ yaratabileceği için büyük önem taşıyor.

Bu işin “ana kademe” boyutu. Bir de Gençlik Kolları boyutu var. İnanç Yıldız Genel Başkanlığın da yeni atanan MYK’da ne kadar birleştirici ve örgütsel bağlamda kalıcı olacak zaman gösterecek.

Yeni atanan 18 kişilik gençlik kolları MYK’sının büyük bölümü İzmir delegasyonundan. Bunda Genel Başkan İnanç Yıldız’ın İzmir’den olmasının payı büyük diye düşünüyorum. Şuan ki durum itibariyle ise, İnanç Yıldız’a karşı büyük bir önyargı oluşmuş durumda. Kendisine bir sekreter ve makam arabası tahsis edilmesini istediği, parti genel merkezine değişik bölgelerden gelen gençlerle görüşmediği gibi rivayetler dilden dile kulislerde konuşuluyor. Şimdilik bu söylemler “rivayet” niteliğinde. Umarız da öyle de kalır.

LİDERLİK VASFI

Yeni gençlik kolları MYK’sının önünde genel seçimlere hazırlanmak için çok kısa bir zaman var. Bu zaman zarfında 81 il örgütünü yeniden inşa etmek kolay bir iş değil. Bunu başarabilecekler mi onu da zaman gösterecek. Şuan ki durum itibariyle İl Başkanlarının yeni MYK’ya karşı “tavır”lı olduklarını ise biliyoruz. Umuyoruz seçim arifesinde böyle bir konu gündeme gelmez ve CHP gençlik kolları yekvücut olarak seçimlere hazırlanır.

İnanç Yıldız’la ilgili diğer bir kaygı taşıyan durum ise; bundan önce CHP’nin hiçbir gençlik kolları yönetim kadrosunda yer almaması. Belde, ilçe ve il yönetim kurullarında görev almamasının bundan sonra ki görev süresinde kendisine negatif bir durum oluşturacağı aşikâr. Genel Başkan sıfatında ki bir kişinin, ilçe ve il başkanı arasında ki sorunları bilmesi gerekmektedir. Bu sorunları bilmeden örgütüne hâkim olması elbette imkânsız. Tersi bir durum olması için doğaüstü güçlere sahip olman gerekmektedir. İnanç Yıldız’ın en çok eleştirildiği bir diğer konu ise liderlik vasfı. CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı sıfatında ki birisinin mutlak suretle liderlik vasfının olması gerekmektedir. Deyim yerindeyse masaya yumruğunu vurduğunda ses getirecek olmalıdır. Bu ve buna benzer olumsuzluklar seçime hazırlanan bir partinin ve yeni oluşan gençlik kolları MYK’sının son derece zorlanması anlamına gelir. Hiçbir CHP’li de genel seçim öncesinde böyle bir durumun oluşmasını istemez elbette.

MYK’DA YER ALAMAMAM

Şimdi bazı okurlar ve benim CHP Gençlik Kolları MYK’sın da yer alma çabamı bilenler hemen boruları öttürmeye başlayacaklardır. MYK’da görev alamadığı için “sallayıp duruyor” diye. Bunu söyleyecek olanların “sığ” zihniyetiyle olaya bakacak olursak, evet haklılar. Lakin durum hiç öyle değil. Yeni oluşan MYK’da görev alsamda bu yazdıklarımı yazacaktım. Hatta o zaman daha net ve keskin cümlelerle ifade edecektim kendimi. Eğer herhangi bir makam veyahut mevki gözeterek siyaset yapıyor olsa idik, malumunuz bu tür konulara hiç mi hiç girmezdik. Yine de ne olursa olsun partimin neferiyim ve yeni oluşan MYK’ya elimizden gelen desteğin fazlasını vereceğiz diyebiliyorum. Bence de önemli olan bunu söyleyebilmek.

Kısaca; ben elmayı seviyorum diye elmanın da beni sevmesi şart değil! …

5 Ocak 2011 Çarşamba

CHP'nin Kürtler ve Sünni İslam ile zor imtihanı

Canınızı fena halde sıkan bir meseleniz var diyelim. Baş edemezseniz başınızı yiyecek türden. Yapmanız gereken bellidir. Sonuçla uğraşmayacaksınız. Sonucu doğuran sebebi tespit edecek, onu ortadan kaldıracaksınız. Nedenleri saptayıp ortadan kaldırmak yerine, onları inkâr ederseniz; sorunu çözseniz dahi kazandığınız zafer Pirus zaferinden öte olmayacaktır. Yani aslında zafer için çok büyük bedeller ödemek zorunda kalacaksınız. Yani aslında kaybedeceksiniz. Ve emin olun, o neden orada durdukça, yarın yine ve yeniden savaşacaksınız. Ve yine emin olun ki, bu kez Pirus zaferinin bile garantisi olmayacak.

İki Mesele ve CHP

Bu memleketin en derin iki sorunundan birisi Kürt meselesiyse diğeri de inanç özgürlüğü meselesidir. Biz Kürt meselesinde, sorunu ve nedenlerini inkâr ede ede bu günlere gelmedik mi? Kürt sorununa “sadece ekonomiktir, kültüreldir” dedikçe, “sadece terör meselesidir” dedikçe, meseleyi çözmek yerine meseleye düğüm üstüne düğüm atmadık mı? Hiç itiraz etmeyelim. Binlerce insanımız canını dağlarda, mezralarda, şehir meydanlarında verdiyse; binlercesi bedenen ve aklen yarı buçuksa; analar, babalar “yavrum, yiğidim” diye göz pınarlarını hâlâ ve hâlâ kurutuyorsa; ve bu gün binlerce Türkiye Cumhuriyeti kimlikli yurttaşımız, kimliğini taşıdığı yurduna ve insanına karşı elinde silah dağlardaysa, biz meselenin nedenini görememişiz, görmek istememişiz demektir. Biz demokrasinin tüm kanallarını tıkamışız, en kılcalına bile hayat şansı vermemişiz demektir. Bunun başka izahı var mı? Dün böyle yapmışız ki, bu gün evvelki günkü konumumuza razı hale gelmişiz. Yetmemiş, yarın olacaklardan korkar ama kimselere söyleyemez hale gelmişiz. Sonuçta böylesine hayati ve aynı zamanda böylesine ölümcül bir mesele otuz yıldır çözülemiyorsa, Allah aşkına Mustafa Kemal’in işaret ettiği muasır medeniyetler seviyesinin (yani çoğulcu ve katılımcı demokrasinin) kıyısından köşesinden sizce geçmiş miyizdir?
Gelin meseleye bu kez de inanç özgürlüğü perspektifinden bakalım. Her şeyden önce, sıklıkla duyduğumuz ve söyleyenlerin samimi olarak inandığı “CHP'nin dinle (Sünni İslam'la) bir problemi varmış gibi göstermek yanlıştır, böyle bir problem yoktur” söylemi memleketi uzaktan yakından tanımamak demektir. Çünkü CHP'nin dinle, inançla problemi elbette yoktur ama Sünni halkın geniş bir kesiminin bu manada CHP'yle problemi vardır. Nazım Hikmet’in dediği gibi “yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?” Bakın o geniş halk kesiminin milyonlarcası İsmet Paşa döneminde camilerin atların barınağı olarak kullanıldığı söylenceleriyle büyüdü bu memlekette. Savaştı, zaruretti ne derseniz deyin. Siz üç maymunu oynarsanız bu mesele de suiistimal edilir elbette. Ve bu geniş halk kesimleri, yani milyonlar, eğilmiş bükülmüş ya da eğilip bükülmese de onların penceresinden göründüğü şekliyle okudular, dinlediler, öğrendiler o dönemi. Bu günkü hâkim siyasal gücün İsmet İnönü karşıtlığı da bu belletilmişliğin tezahürüdür. Bunu bilmeden bununla savaşamazsınız. Bunu görmeden bununla başa çıkamazsınız. Yanlışı bilmeden doğruyu anlatamazsınız, kundaktaki bebeği dahi ikna edemezsiniz. Bunları yazıp çizerken, bu gün başta Aleviler olmak üzere Sünni İslam inancı dışındaki mezheplerin ve diğer dinlere mensup azınlıkların kendi inançlarını tam demokrasi koşullarında ve özgürce yaşamadıklarını belirtmek malumun ilanıdır elbette.

Azınlıktaki Çoğunluk

Dün akşam eve dönerken arabada Ruhi Su dinledim. “Ankara'nın taşına bak” diyordu. “Gözlerimin yaşına bak.” “Uyan Gazi Kemal, şu feleğin işine bak.” Böğrüme böğrüme, ciğerime ciğerime saplandı Ruhi Su’nun nefesinden yükselen her bir dize. Duygusal milletiz sonuçta. Gözleriniz doluyor. Hem mağdur da hissediyorsunuz kendinizi. Ve azınlıkta. Sonra toparladım kendimi. “Azınlık mazınlık değiliz kardeşim” dedim kendi kendime. Öğrenciyken, solcuyum diye azınlıkta hissettim kendimi. Sonra Ağrılı, yani doğulu, yani oralı, yani Kürt ama meseleyi her iki ucun da gördüğü gibi görmediğim için, yani demokrat olduğum için, yani birleştirmeyen ama ayrıştıran milliyetçiliğin her türlüsünü reddettiğim için azınlıkta hissettim kendimi. Fakat bu kez öyle hissetmeye de hissettirmelerine de müsaade etmeyeceğim. Ettirmeyeceğim. Çünkü ben, benim gibiler, yani biz, yani siz adam gibi demokratız ve aslında çoğunluğuz.
Ama tamam, aslan demokratız da; nedir, nasıldır bu demokrat olma hâli? Bu memleketin en derin iki sorunundan birisi Kürt meselesiyse diğeri de inanç özgürlüğü meselesidir dedik yazının başında. İşte demokratlığın tanımı, “sorunu değil nedenini gör” önermesi ile tam da burada çakışıyor. Siz bu iki yarası kabuk bağlamayan meseleyi ve bunu kendisine mesele edinmişleri dışlayarak, görmezden gelerek demokrat olamazsınız. Çözümün bir parçası da olamazsınız. Ve bunu çözmek herkesten önce CHP’nin boynunun borcudur. Bu memleketi CHP’li kadrolar kurduysa bu memleketi bu sorunlardan kurtaracak olan neden CHP’liler olmasın? Çünkü kendi halinde, işinde gücünde ve yurtsever milyonlarca üye ve sempatizanını kıstas aldığınızda, bu memlekette en çok demokrat insanı CHP’nin barındırdığına inanıyorum. Öyleyse yol da bellidir yordam da: Tam demokrasi ve kayıtsız şartsız milletin egemenliği.
O zaman biz CHP’lilerin aynanın karşısına geçip ya da takkelerimizi önümüze alıp kendi kendimize “ben demokrat mıyım?” diye sormamız gerekiyor. “Ben gerçekten Atatürk’ün seksen sene evvel işaret ettiği hedefi anlamış mıyım?” diye, bir daha bir daha kendimize soralım. Cevabımız evetse, o zaman oturup dersimizi gerekiyorsa sil baştan çalışalım. Ama lütfen bu kez halka “inmeyelim”. Neticede lafın gelişi de olsa, kimse kimseye inip çıkmasın. Biz halkın partisiyiz. Öyleyse halka gidelim, kâfidir. Bakın işte o zaman iktidar da bizimdir, ülke de.

Not: Bu yazımdan sonra, “sözde sosyal demokratlar” başlayacaklar ahkam kesmeye ve densiz densiz mail göndermeye, biliyorum! … Sorun değil, mühim olan içimizdekini rahatça “böğürmek!”…