21 Ocak 2011 Cuma

NOSTALJİK MANŞETLER

Çok ilgimi çeker gazetelerin eski manşetleri. Zaman zaman açar bakarım hangi olayda, hangi gazete ne başlık
atmış, neler anlatmış diye…

O günleri bir kez daha hatırlarsınız adeta, o atmosferi bir kez daha solursunuz. Kimler yanılmış, kimler körü
körüne yanlışları savunmuş gülerek hatırlarsınız. Olayın üzerinden bir hayli zaman geçtiği için, konuşursunuz
kendi kendinize bazen “ Ben demiştim bak böyle çıktı” diye!

Dünü hatırlayarak, yaşayarak teraziye koyduğumuz manşetler yaşımızın yettiği haberlerdir. En az hatırladığım
mevzular kadar, hatırlamadığım haberlerin manşetleri de ilgimi çekiyor doğrusu. Çok eskilerden bahsediyorum,
belki elli yıl, belki yüz yıl öncesi… Basının daha tek sesli olduğu zamanlar… Eski zamanlardan bahsediyordum;
Menderes döneminin, Kurtuluş Savaşı döneminin haberlerinden, manşetlerinden… Metinleri okudukça insan
daha farklı bir dünyada hissediyor kendini. Sanki birileri mahkeme kararını gazeteye vermiş, o ilan ediliyor
ince ince. “Gelmiştir, yapmıştır” şeklinde bitirilen cümleler ilgincimize gitse de; biz de hoş bir seda bırakıyor ve
anlamadığımız bir şekilde derin nefes alıp vermemize neden oluyor.

Vakti zamanın en büyük iletişim aracı olan radyonun ve onun frekanslarının hitap şekli de gazeteleri
etkilemediğini söylemek zor doğrusu. Manşete çekilen haberin üzerinden çok saatler geçmesine rağmen,
haberin veriliş şekli günümüzün son dakikalarını anımsatıyor. O zamanın son dakika haberlerini verenler de
radyolar olduğuna göre bu duruma çok şaşırmamak gerek.

Günümüze geldikçe ise değişiklikleri fark etmemek mümkün değil. Eski manşetlerin altında yatan gizli soruların
bugünkü kadar deşifre olma ihtimalinin bulunmaması geçmişi daha meraklı kılıyor. Bugün manşetlerde bir
şeyleri saklamak isteseniz de, diğer basın-yayın organları ile bir şekilde ortaya çıkıyor. Ama vakti zamanında
öyle değilmiş, iki kişinin bildiği sır olarak kalıyormuş genellikle. Tozlu sayfaları ilgi çekici yapan da bu olsa
gerek…

O yüzden hep merak uyandırmıştır ben de eski haberler, sürmanşetler… Yakın tarihi koklamanın, algılamanın
ve yaşananlardan çıkarımlar yapmanın yolu zor da olsa buradan geçiyor. Geçmişi sadece insanlardan dinlemek
kulaktan kulağa oyununa benzer. Kayıt alamadığınız müddetçe gerçekler hayal edemeyeceğiniz palavralara
döner. Oysa kâğıda dökülen her kelime tanıktır tarihe!

Not: Gençlik köşemizle ilgili gönderdiğiniz mesajlar için tekrar ve tekrar teşekkür ediyorum. Mesajlarını da
gazetemizde yayımlarken o hafta ki konumuzla alakasına bakıyorum. Haftada bir bu köşemiz olduğuna göre
şimdiden 5-6 aylık “malzememiz” hazır. Sağolun dostlar…

Dipnot: Pazartesi günü Uğur Mumcu ölüm yıldönümü. Atatürkçü, Devrimci, Laik ve Cumhuriyetimizin yılmaz
savunucusu usta kalemi bir kez daha minnet ve şükranla anıyorum…

19 Ocak 2011 Çarşamba

YENİ CHP YENİ GENÇLİK KOLLARI

18 Aralık 2010 tarihinde ki olağanüstü kurultaydan sonra “Yeni CHP” söylemi dilden dile dolaşır oldu. Bu kapsamda, il başkanlarının istifaları alınmaya başlandı. Ankara’da Sav’ın ekibi istifa etmese de İstanbul’da Berhan Şimşek’in ‘mecburen’ havlu atması süreci hızlandırdı. İstanbul’a Nebil İlseven gibi CHP’yi hem sermaye, hem geniş halk kesimleriyle buluşturabilecek iddialı bir isim atandı. Şimdi atanacak il yönetimleri, seçimlerden sonra yapılacak kurultaylarda oluşacak delege listelerini belirleyeceği ve Kılıçdaroğlu’na ‘delege tabanı’ yaratabileceği için büyük önem taşıyor.

Bu işin “ana kademe” boyutu. Bir de Gençlik Kolları boyutu var. İnanç Yıldız Genel Başkanlığın da yeni atanan MYK’da ne kadar birleştirici ve örgütsel bağlamda kalıcı olacak zaman gösterecek.

Yeni atanan 18 kişilik gençlik kolları MYK’sının büyük bölümü İzmir delegasyonundan. Bunda Genel Başkan İnanç Yıldız’ın İzmir’den olmasının payı büyük diye düşünüyorum. Şuan ki durum itibariyle ise, İnanç Yıldız’a karşı büyük bir önyargı oluşmuş durumda. Kendisine bir sekreter ve makam arabası tahsis edilmesini istediği, parti genel merkezine değişik bölgelerden gelen gençlerle görüşmediği gibi rivayetler dilden dile kulislerde konuşuluyor. Şimdilik bu söylemler “rivayet” niteliğinde. Umarız da öyle de kalır.

LİDERLİK VASFI

Yeni gençlik kolları MYK’sının önünde genel seçimlere hazırlanmak için çok kısa bir zaman var. Bu zaman zarfında 81 il örgütünü yeniden inşa etmek kolay bir iş değil. Bunu başarabilecekler mi onu da zaman gösterecek. Şuan ki durum itibariyle İl Başkanlarının yeni MYK’ya karşı “tavır”lı olduklarını ise biliyoruz. Umuyoruz seçim arifesinde böyle bir konu gündeme gelmez ve CHP gençlik kolları yekvücut olarak seçimlere hazırlanır.

İnanç Yıldız’la ilgili diğer bir kaygı taşıyan durum ise; bundan önce CHP’nin hiçbir gençlik kolları yönetim kadrosunda yer almaması. Belde, ilçe ve il yönetim kurullarında görev almamasının bundan sonra ki görev süresinde kendisine negatif bir durum oluşturacağı aşikâr. Genel Başkan sıfatında ki bir kişinin, ilçe ve il başkanı arasında ki sorunları bilmesi gerekmektedir. Bu sorunları bilmeden örgütüne hâkim olması elbette imkânsız. Tersi bir durum olması için doğaüstü güçlere sahip olman gerekmektedir. İnanç Yıldız’ın en çok eleştirildiği bir diğer konu ise liderlik vasfı. CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı sıfatında ki birisinin mutlak suretle liderlik vasfının olması gerekmektedir. Deyim yerindeyse masaya yumruğunu vurduğunda ses getirecek olmalıdır. Bu ve buna benzer olumsuzluklar seçime hazırlanan bir partinin ve yeni oluşan gençlik kolları MYK’sının son derece zorlanması anlamına gelir. Hiçbir CHP’li de genel seçim öncesinde böyle bir durumun oluşmasını istemez elbette.

MYK’DA YER ALAMAMAM

Şimdi bazı okurlar ve benim CHP Gençlik Kolları MYK’sın da yer alma çabamı bilenler hemen boruları öttürmeye başlayacaklardır. MYK’da görev alamadığı için “sallayıp duruyor” diye. Bunu söyleyecek olanların “sığ” zihniyetiyle olaya bakacak olursak, evet haklılar. Lakin durum hiç öyle değil. Yeni oluşan MYK’da görev alsamda bu yazdıklarımı yazacaktım. Hatta o zaman daha net ve keskin cümlelerle ifade edecektim kendimi. Eğer herhangi bir makam veyahut mevki gözeterek siyaset yapıyor olsa idik, malumunuz bu tür konulara hiç mi hiç girmezdik. Yine de ne olursa olsun partimin neferiyim ve yeni oluşan MYK’ya elimizden gelen desteğin fazlasını vereceğiz diyebiliyorum. Bence de önemli olan bunu söyleyebilmek.

Kısaca; ben elmayı seviyorum diye elmanın da beni sevmesi şart değil! …

5 Ocak 2011 Çarşamba

CHP'nin Kürtler ve Sünni İslam ile zor imtihanı

Canınızı fena halde sıkan bir meseleniz var diyelim. Baş edemezseniz başınızı yiyecek türden. Yapmanız gereken bellidir. Sonuçla uğraşmayacaksınız. Sonucu doğuran sebebi tespit edecek, onu ortadan kaldıracaksınız. Nedenleri saptayıp ortadan kaldırmak yerine, onları inkâr ederseniz; sorunu çözseniz dahi kazandığınız zafer Pirus zaferinden öte olmayacaktır. Yani aslında zafer için çok büyük bedeller ödemek zorunda kalacaksınız. Yani aslında kaybedeceksiniz. Ve emin olun, o neden orada durdukça, yarın yine ve yeniden savaşacaksınız. Ve yine emin olun ki, bu kez Pirus zaferinin bile garantisi olmayacak.

İki Mesele ve CHP

Bu memleketin en derin iki sorunundan birisi Kürt meselesiyse diğeri de inanç özgürlüğü meselesidir. Biz Kürt meselesinde, sorunu ve nedenlerini inkâr ede ede bu günlere gelmedik mi? Kürt sorununa “sadece ekonomiktir, kültüreldir” dedikçe, “sadece terör meselesidir” dedikçe, meseleyi çözmek yerine meseleye düğüm üstüne düğüm atmadık mı? Hiç itiraz etmeyelim. Binlerce insanımız canını dağlarda, mezralarda, şehir meydanlarında verdiyse; binlercesi bedenen ve aklen yarı buçuksa; analar, babalar “yavrum, yiğidim” diye göz pınarlarını hâlâ ve hâlâ kurutuyorsa; ve bu gün binlerce Türkiye Cumhuriyeti kimlikli yurttaşımız, kimliğini taşıdığı yurduna ve insanına karşı elinde silah dağlardaysa, biz meselenin nedenini görememişiz, görmek istememişiz demektir. Biz demokrasinin tüm kanallarını tıkamışız, en kılcalına bile hayat şansı vermemişiz demektir. Bunun başka izahı var mı? Dün böyle yapmışız ki, bu gün evvelki günkü konumumuza razı hale gelmişiz. Yetmemiş, yarın olacaklardan korkar ama kimselere söyleyemez hale gelmişiz. Sonuçta böylesine hayati ve aynı zamanda böylesine ölümcül bir mesele otuz yıldır çözülemiyorsa, Allah aşkına Mustafa Kemal’in işaret ettiği muasır medeniyetler seviyesinin (yani çoğulcu ve katılımcı demokrasinin) kıyısından köşesinden sizce geçmiş miyizdir?
Gelin meseleye bu kez de inanç özgürlüğü perspektifinden bakalım. Her şeyden önce, sıklıkla duyduğumuz ve söyleyenlerin samimi olarak inandığı “CHP'nin dinle (Sünni İslam'la) bir problemi varmış gibi göstermek yanlıştır, böyle bir problem yoktur” söylemi memleketi uzaktan yakından tanımamak demektir. Çünkü CHP'nin dinle, inançla problemi elbette yoktur ama Sünni halkın geniş bir kesiminin bu manada CHP'yle problemi vardır. Nazım Hikmet’in dediği gibi “yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?” Bakın o geniş halk kesiminin milyonlarcası İsmet Paşa döneminde camilerin atların barınağı olarak kullanıldığı söylenceleriyle büyüdü bu memlekette. Savaştı, zaruretti ne derseniz deyin. Siz üç maymunu oynarsanız bu mesele de suiistimal edilir elbette. Ve bu geniş halk kesimleri, yani milyonlar, eğilmiş bükülmüş ya da eğilip bükülmese de onların penceresinden göründüğü şekliyle okudular, dinlediler, öğrendiler o dönemi. Bu günkü hâkim siyasal gücün İsmet İnönü karşıtlığı da bu belletilmişliğin tezahürüdür. Bunu bilmeden bununla savaşamazsınız. Bunu görmeden bununla başa çıkamazsınız. Yanlışı bilmeden doğruyu anlatamazsınız, kundaktaki bebeği dahi ikna edemezsiniz. Bunları yazıp çizerken, bu gün başta Aleviler olmak üzere Sünni İslam inancı dışındaki mezheplerin ve diğer dinlere mensup azınlıkların kendi inançlarını tam demokrasi koşullarında ve özgürce yaşamadıklarını belirtmek malumun ilanıdır elbette.

Azınlıktaki Çoğunluk

Dün akşam eve dönerken arabada Ruhi Su dinledim. “Ankara'nın taşına bak” diyordu. “Gözlerimin yaşına bak.” “Uyan Gazi Kemal, şu feleğin işine bak.” Böğrüme böğrüme, ciğerime ciğerime saplandı Ruhi Su’nun nefesinden yükselen her bir dize. Duygusal milletiz sonuçta. Gözleriniz doluyor. Hem mağdur da hissediyorsunuz kendinizi. Ve azınlıkta. Sonra toparladım kendimi. “Azınlık mazınlık değiliz kardeşim” dedim kendi kendime. Öğrenciyken, solcuyum diye azınlıkta hissettim kendimi. Sonra Ağrılı, yani doğulu, yani oralı, yani Kürt ama meseleyi her iki ucun da gördüğü gibi görmediğim için, yani demokrat olduğum için, yani birleştirmeyen ama ayrıştıran milliyetçiliğin her türlüsünü reddettiğim için azınlıkta hissettim kendimi. Fakat bu kez öyle hissetmeye de hissettirmelerine de müsaade etmeyeceğim. Ettirmeyeceğim. Çünkü ben, benim gibiler, yani biz, yani siz adam gibi demokratız ve aslında çoğunluğuz.
Ama tamam, aslan demokratız da; nedir, nasıldır bu demokrat olma hâli? Bu memleketin en derin iki sorunundan birisi Kürt meselesiyse diğeri de inanç özgürlüğü meselesidir dedik yazının başında. İşte demokratlığın tanımı, “sorunu değil nedenini gör” önermesi ile tam da burada çakışıyor. Siz bu iki yarası kabuk bağlamayan meseleyi ve bunu kendisine mesele edinmişleri dışlayarak, görmezden gelerek demokrat olamazsınız. Çözümün bir parçası da olamazsınız. Ve bunu çözmek herkesten önce CHP’nin boynunun borcudur. Bu memleketi CHP’li kadrolar kurduysa bu memleketi bu sorunlardan kurtaracak olan neden CHP’liler olmasın? Çünkü kendi halinde, işinde gücünde ve yurtsever milyonlarca üye ve sempatizanını kıstas aldığınızda, bu memlekette en çok demokrat insanı CHP’nin barındırdığına inanıyorum. Öyleyse yol da bellidir yordam da: Tam demokrasi ve kayıtsız şartsız milletin egemenliği.
O zaman biz CHP’lilerin aynanın karşısına geçip ya da takkelerimizi önümüze alıp kendi kendimize “ben demokrat mıyım?” diye sormamız gerekiyor. “Ben gerçekten Atatürk’ün seksen sene evvel işaret ettiği hedefi anlamış mıyım?” diye, bir daha bir daha kendimize soralım. Cevabımız evetse, o zaman oturup dersimizi gerekiyorsa sil baştan çalışalım. Ama lütfen bu kez halka “inmeyelim”. Neticede lafın gelişi de olsa, kimse kimseye inip çıkmasın. Biz halkın partisiyiz. Öyleyse halka gidelim, kâfidir. Bakın işte o zaman iktidar da bizimdir, ülke de.

Not: Bu yazımdan sonra, “sözde sosyal demokratlar” başlayacaklar ahkam kesmeye ve densiz densiz mail göndermeye, biliyorum! … Sorun değil, mühim olan içimizdekini rahatça “böğürmek!”…