16 Ocak 2012 Pazartesi

"ONLARLA BERABER ÖLMEK, GERİDE KALMAKTAN DAHA KOLAYDI" METE ERTEKİN

Hayat bazen çok ilginçtir, ilginç rastlantıları çıkartır karşımıza… En umulmadık anda en umulmadık şeyi yaşarız… Bu çoğu zaman böyle olmuştur. Bugünkü konuğum Mete Ertekin ile olan karşılaşmamızda öyle oldu… Ve birazdan anılarını anlatacak olan insanın hayata bakışı da öyle olmuş… Samimiyetini ve o yılları anlatırken ki dik duruşunu, cümleleri kurarken gözlerinde ki cesaretten anlayabiliyorsunuz… Öylesine “öz” ve öylesine “sıcak” birisi ki Mete Ertekin; kendisine olan sonsuz saygımı bir kenara bırakıp “ağabey” diye hitap etmekten alıkoyamıyorum kendimi…

1945 yılının 20 Kasım’ında Kayseri’de doğmuş Mete Ertekin... Kafkasya’dan göç eden Çerkez bir ailenin çocuğu imiş… Sevdiği kadının aşkı bile devrimciliğinin önüne geçememiş onun… İsterseniz gerisi kendisinden dinleyelim…

“Bizi Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler yetiştirdi” diyerek sözlerine başlıyor Mete ağabey… Gerçek tarihin bir sınıflar çatışması olduğunu o yıllarda Enver hocasından öğrendiğini söyleyerek sözlerine başlıyor…

Mete ağabey ilk olarak Deniz Gezmiş’le olan tanışıklığın nereden geliyor onu sormak istiyorum?

Denizle ilk tanışmam 6. Filo’nun Türkiye’ye gelişi nedeniyle Türkiye Milli Talebe Birliği çatısı altında yaptığımız toplantılara denk geliyor. Boğaza demirleyen 6.Filo’yu denize dökmek için bir plan yapacaktık. Bütün Türkiye çapında bir eylem olacaktı. Çalışmalarımızı gizli örgüt adına yapmadığımız için o sıralarda bizi engellemeye çalışanlar vs. yok. Geceleri afişleme çalışmaları yapıyoruz. Tabi o yıllarda öyle matbaa falan yok, afişlerimizi serigrafla yapıyoruz, bunun içinde kadın çorabı kullanıyoruz. 6.Filo eyleminden önce İstanbul Teknik Üniversitesi’nin o civarlarda çoğaldık ve Gümüşsuyu istikametinden aşağıya doğru yürümeye başladık. O sırada haberler bize yine sürekli bir şekilde geliyor, tabi o zaman cep telefonu falanda yok. Amerikalı askerlerin büyük kayıklarla Dolmabahçe’ye doğru geldiklerini öğrendik ve harekete geçtik. Bu haberleri almadan öncede bölge halkını neredeyse eksiksiz bir şekilde örgütlemiştik. Hatta çok iyi hatırlıyorum genelevlere kadar bu örgütlenmeyi yapmıştık. Genelevlerde ki kadınlara da şunu söyledik; bu adamları buraya sokmayın, bunların amaçları bizlerle alay etmek, bizi küçük düşürmektir. Ve inanır mısın, genelevde ki o kadınlar dolar bazında çok yüksek bahşiş almalarına rağmen ayaklarında ki takunyalarla Amerikalı askerleri kovaladılar. Tabi bütün bunlar o dönem için Amerikan emperyalizmine karşı bütün halkımızın bilinçlenmesinin bir göstergesiydi. Daha sonra karaya çıkan bu Amerikalı askerleri bizlerde sille tokat denize tekrar döktük. Bu arada orduda bizlere engel olmaya çalıştı. Yine anımsadığım kadarıyla denize döktüğümüz Amerikalı askerler arasında birkaç tane de Türk subayı vardı. Ve bu gelişmelerince neticesinde de 6.Filo o gece dönüş hazırlıklarına başlayıp ertesi gün, gün ağarmadan Türkiye’den ayrıldı. 6.Filo’ya karşı yapılan bu eylem aynı zamanda anti-emperyalist Türk gençliğinin ilk büyük eylemidir.

Bunun haricinde yine o zaman ki anti-emperyalist Türk gençliğinin büyük bir eylemi daha vardı. Kommer’nin aracının yakılması olayı. Benim Deniz Gezmiş’le ilk tanışmam 6.Filo’nun denize dökülmesi eyleminin hazırlanışı ve icra edilmesi sırasında gerçekleşmiştir. O eylemden sonrada zaten sürekli beraberdik ve çok sık görüşmeye başlamıştık. Bu eylemden sonra Cihan Alptekin’le, Hüseyin İnan’la ve diğer arkadaşlarla da hep beraber olduk ve eylemleri beraber gerçekleştirdik.

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını çok iyi tanıyan, sadece gözlemleri olan değil beraber omuz omuza eylemler gerçekleştirmiş birisi olarak soruyorum; Deniz Gezmiş şuan hayatta olsaydı günümüz Türkiye’sine nasıl bir yorum yapardı?

İstersen ben bu soruya cevap vermeyeyim ama şunu eklemek istiyorum; İzmir 9 Eylül Üniversitesi’nde sahne sanatları profesörü bir arkadaşımız var Semih Çelenk isminde, onun “Deniz Bugüne Bakıyor” isimli kitabını bütün genç arkadaşlarıma özellikle öneriyorum. Sorunuzun cevabı orada ayrıntılı bir şekilde yer alıyor ve yine sorunuzun tam olarak karşılığını o kitapta bulabilirsiniz.

68 kuşağının ikinci büyük eylemi yanlış hatırlamıyor isem “Kommer olayı” idi. Senin ağzından o süreci de dinleyebilir miyiz?

İlk önce Kommer kim onu söyleyerek başlayalım. Vietnam savaşında pasifikasyon lideri olarak geçer; yani “işkencecibaşı”dır. Diğer adı da Vietnam kasabıdır. Bizler bu adamın Türkiye’ye tayin edildiğini öğrenince hem Etimesgut havaalanına hem de Esenboğa havaalanına eylem yapma kararı aldık. İki grup halinde biner veya iki biner kişilik gruplar halinde iki havaalanının da pistine uzanarak eylemimizi gerçekleştirdik ve Kommer’in uçağı bu iki piste de inişini gerçekleştiremedi. Daha sonra öğrendiğimiz şekilde bu adamı askeriyenin ufak bir havaalanına yönlendirmişler ve uçağın oraya inişi gerçekleşmiş. Türkiye’ye girişi şaibeli ve gizli bir büyükelçi atıyor Amerika ve bu adam normal yollardan Türkiye’ye giriş gerçekleştiremiyor. 68 gençliğinin olaylara bakışı ve “Tam Bağımsızlık” idealinin temeli de buradan kaynaklanıyor. Daha sonraları bu beyefendi ODTÜ’ye gelme gafletinde bulunuyor. Bu olay basında Kemal Kurdaş (ODTÜ Rektörü) daveti üzerine diye hep dillendirilmiştir ama olayın aslı öyle değildir. Aksine Kemal Kurdaş böyle bir ziyarette olaylar çıkacağını bildiği için sürekli olarak ziyaret tarihini ertelemeye çalışmıştır. Kommer denilen herifte o kadar azılı bir adam ki ısrarla “hayır efendim ben gelirim” şeklinde mesajlar veriyor. Süreç içerisinde Kommer ODTÜ’ye geliyor ve onun yakılan meşhur bir Cadillac marka arabası var, ziyaret sırasında 3-4 bin öğrenci hemen toplanıyoruz ve arabasını ters çevirip ateşe veriyoruz. Adam bu olaydan sonra hemen ODTÜ’yü terk ediyor, hemen ertesi günde Türkiye’yi terk etmek zorunda kalıyor. Yaşanan bu olayda 68 gençliğinin Amerikan emperyalizmine karşı bir zaferidir aynı zamanda. Bu olaylardan sonra Amerika giderek 68 gençliğine karşı deyim yerinde ise “bilenmeye” başlıyor. Olaylardan sonra da günümüzde halan daha faili meçhul kalan cinayetler işlenmeye başlıyor. Vedat Demircioğlu ile başlayan, Taylan Özgür ile devam eden, Battal Mehetoğlu, Mahmut Cantekin, Hıdır Altunay isminde işçi bir arkadaşımız ve şuanda hatırlayamadığım bir sürü isimle beraber devam eden bir faili meçhul cinayetler süreci başlıyor. Bizlerde bu arada sıra ne zaman bize gelecek diye beklemeye başlıyoruz ve meşru müdafaa hakkınızı korumaya başlıyorsunuz. 68 gençliğinin silahlanması da bu olaylardan sonra başlıyor zaten. Bizlerde o dönemde Türkiye İşçi Partisi üyesiyiz, üyesi olduğumuz parti legal bir parti ve mecliste 16 tane milletvekili var. Bunu da şunun için ekledim; bizler o dönemin yöneticilerine Amerika’nın ne mal olduğunu gösterdik, bunları yüzlerine vurduk hatta. Deniz Gezmiş ve 68 kuşağının günümüzde halen daha el üstünde tutulmasının temeli de budur aslına bakarsanız.

Birazda Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’na (THKO) değinmek istiyorum. Seninde kuruluş ekibinin içerisinde yer aldığın bu oluşumu anlatır mısın birazda?...

Eylemlerin başlangıcı ilk önce Fikir Kulüpleri Fedarasyonu’na (FKF) dayanır. FKF aynı zamanda bu oluşum içerisindekilere ayrışmayı da getirmiştir. Bu oluşumun içerisinde hem Türkiye İşçi Partililer vardı hem Milli Demokratik Devrimciler vardı… Daha sonra Milli Demokratik Devrimciler olarak bu oluşumun içerisinden ayrıldık. Yine o zamanlar üniversitelerde de öğrenci birliği seçimleri oluyor ve bu seçimlere de siyasi görüşlerin üniversiteler içerisinde ki temsilcileri olan; Sosyalist Fikir kulübü (bizimkisi), Sosyal Demokrat Düşünce Derneği (CHP’nin), Hür Düşünce Derneği (sağcıların) bu şekilde bizler o zamanlar öğrenci birliği seçimlerine giriyoruz. Yaşanan bu seçimlerin akabinde Türkiye Komünist Partisi’nin son kurultayı, Dev-Genç’in ilk kurultayını gerçekleştirdik. Bu kurultayda biz TKP’yi lav edip Devrimci Gençlik Fedarasyonu’nu (Dev-Genç) kurduk. Devrimci Gençlik Fedarasyonu’da ağırlıklı olarak Milli Demokratik Devrimcilerin oluşturduğu bir federasyondu. Tabii bu Milli Demokratik Devrim tezi üzerinde ki bizim yazılarımız vs. hepsi var ve bir yandan da sürekli okuyoruz, yazıyoruz süreci boş geçirmiyoruz. Bir gün öğreniyoruz ki bizi Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) ihraç etmişler. İhraç sürecinin de ardından Dev-Genç içerisinde örgütlenmemizi sürdürmemiz gerektiğini anladık ve çalışmalarımızı bu yönde sürdürdük. Öğrenci eylemlerimizin büyük bir çoğunluğunu da Dev-Genç bünyesinde gerçekleştirdik. Mesela 6.Filo Deniz Gezmiş’in İstanbul’da oluşturduğu Devrimci Öğrenci Birliği (DÖP) ile bizlerin Ankara’da oluşturduğu Devrimci Gençlik Federasyonu’nun (Dev-Genç) ortak oluşturduğu bir eylem. Bu olaylarda yaşanırken tabii daha Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) veya Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP-C) kurulmamıştı.

Birde şunu sormak istiyorum; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildikleri için mi bugün bile insanlar için önemli durumda?

Deniz Gezmiş ve arkadaşları (buna bütün devrimcileri ekleyebiliriz) daha lise yıllarından itibaren kendilerini ideolojik anlamda yetiştiren insanlardı. Deniz Gezmiş çok iyi bir hatip, kitleleri peşinden sürükleyen bilen bir liderdi. Ayrıca Deniz Gezmiş o yıllarda yapılan eylemlerde İstanbul ekibinin lideriydi ve daha ilk başlarda bizlerde Ankara’da kendisinin ismini duyuyorduk. O yıllar Ankara’da ki devrimci hareketin lokomotifi de ODTÜ (özellikle Siyasal Bilgiler) idi ve bu hareketi de bizler yönetiyorduk. Günün koşulları ve yapılan eylemlere de baktığımız zamanda bunu görebilirsiniz zaten.

Mete ağabey son olarak 6 Mayıs gecesini anlatabilir misin?

Yaşanan süreci kamuoyuna daha iyi aktırma adına bizlerde o zaman ölüm orucuna başlamıştık. Tabi o koşulları yaşamayanlar bunun ne demek olduğunu elbette anlayamazlar. Hiçbir şey yemeden, sadece su içerek yaşamını devam ettirmeye çalışmak giderek algılamada zorluklar yaratma başlamıştı. İlk önce fiziki olarak karın bölgesinde acılar hissetmeye, daha sonra da bacaklarının dermansızlaştığını fark ediyorsun. Ölüm orucunun 15. gününde kendisi en şiddetli şekilde hissettirmeye başladı. 18. gününe geldiğimizde Deniz, Yusuf ve Hüseyin’e belli ettirtmeden bu durumu Halit ağabeye (Çelenk) anlatmamız gerektiğini konuştuk kendi aramızda. Bunun nedeni olarak; idam kararı kesinleşir ve ansızın gelirler ise, arkadaşlarımız idam sehpasına çıktıklarında dizlerinde derman kalmaz ve rezil oluruz düşüncesi ile kararı almıştık. Daha sonra da Halit ağabey Deniz’lerle konuştu ve ölüm orucundan vazgeçmiş olduk. Bu arada çok iyi anımsıyorum, hücrelerimizin hepsi simetrikti. Ben hücremin taharet borusunu yerinden sökmüştüm ve yen hücremde kalan Yusuf Aslan ile oradan konuşuyordum. İdam kararlarının kesinleştiği anda, Deniz Gezmiş ile ben, Yusuf Aslan ile Hüseyin İnan aynı hücrede kalıyorduk. O süreç içerisinde öyle bir ruh hali içerisinde oluyorsun ki, önemli olan tek şeyin ölüme dik bir şekilde gitmek olduğunu anlıyorsun. Ve bundan önce birkaç defa daha söylediğim ve yine söyleyeceğim bir şey var, keşke o sorgular sırasında eylemlerde benimde olduğumu söyleseydim. Eylemlere katıldığımı zaten biliyorlardı ama önemli olan bunları zabıtlara geçmekti tabi. Deniz’lerle beraber idama gitmek, onlardan ayrı bir şekilde geride kalmaktan daha kolaydı kesinlikle benim için. İdam sonrasında kendi içimde çok büyük acılar yaşadım. Yoldaşlığın en üst mertebesini yaşadığın bir durumda, hele ki o şartlar içerisinde kardeşlerinden, hatta anandan-babandan sana daha yakın durumda olan insanları kaybediyorsun. Bunu anlatma olayı çok farklı, ama bunu bir de yaşayan bir beden var.

Ve yine hiç unutmuyorum; 5 Mayıs gecesi bir kuşu sesi, karınca sesi veya börtü böcek sesi gelir gibi hücrelerde ki arkadaşlar kulaklarımızı diktik ve teyakkuza geçtik. Çok bir süre geçmeden de tank ve postal sesleri kulaklarımızda yankılanmaya başlamıştı. Altı-üstü götürecekleri üç tane genç ama o anda orada yaşanan süreci görmüş olsanız, sanırsınız ki memlekette savaş durumu söz konusu. Daha sonra askerlerin bot sesleri eşliğinde, ellerinde zincirlerle hücrelerin dibinde bittiler. Olayı bu denli abartı şekilde yaşatmalarında ki amaçları da, güya bizim yüreklerimize, beyinlerimize korku salmaya çalışıyorlar. Bütün uğraşları ise boşuna oldu çünkü bir damla gözyaşı dahi alamadılar bizden. Yine hatırladıklarım arasında Deniz, Yusuf ve Hüseyin ile son vedalaşmamızda var… Deniz Gezmiş ile son konuşmamızı çok iyi hatırlıyorum; bunlar bizi öldürdüklerini zannediyorlar dedi, boşuna umutlanmamalarını çünkü bu davanın süreceğini yine bana söyledi. Tabi bu arada bende kendimi çok zor tutuyorum. O an ki psikolojiyi anlatmam ise imkânsız. Deniz Gezmiş’i ilk tanıdığımda nasıl bir karakterde ise, idama gitmesine saatler kala da karakteri aynı şekildeydi. İkinci görüştüğüm yoldaşım Hüseyin İnan oldu. Onun bana son söyledikleri de; Diyarbakır’da son konuştuklarımı hatırlıyor musun dedi, hatırladığımı söyledim, piyango sana çıktı diye ekledim ve şuanda burada beraber idama götürülmeyi arzu ettiğimi söyledim. Hüseyin’de bana böylesinin daha iyi olduğunu söyledi. Hüseyin’in yanından çıkıp Yusuf Aslan’ın yanına geçtim. En son Yusuf’la görüşürken kendimi tutamadım artık. Hiç bir şey söylemedim ve sadece sarıldım Yusuf’a… Ama Yusuf’un bana söylediğini hiç unutmuyorum; iki Çerkez’den birisi gidiyor demişti bana… Yusuf’un da bana son sözü bu oldu. Daha sonra ilk önce “hadi eyvallah” diyerek Deniz geçti hücremin önünden, sonra Hüseyin ve en son Yusuf’ta “hoşça kalın arkadaşlar” diyerek hücrelerimizin önünden geçerek idama doğru gittiler… O anda bir çaresizlik durumu hissettim. İçimden ana avrat küfür etmek geldi ama bunun bize yakışmayacağını düşündüm. “Kahrolsun faşizm” diye bağırdım ardından ama ona da tepki vermediler. Zaten ideolojik olarak hakaret ettiğimde alınmayanlar, ana avrat küfür etsem de alınmazlar diye düşündüm… En sonun üç fidanı götürdüler ve ben 4 ay Deniz Gezmiş ile beraber kaldığım hücrede yatağımın üzerine oturdum ve saate bakmaya başladım… Kendi kendimle de “şu kadar zamanda giderler ve idamlar şu saatte gerçekleşir” diye konuşmaya başladığımı anımsıyorum… Geldiğimiz noktada ise, onlar genç öldüler, hala genç yaştalar, yaşlanan ise bizleriz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder