31 Ocak 2012 Salı

BİRİLERİNİN...

CHP Altınoluk Örgütü geçtiğimiz cumartesi günü gerçekleştirdiği delege seçimleriyle beraber sandıktan birlik ve beraberliği çıkartmayı tamamen olmasa da büyük oranda başarmıştır. Mahalle ve ön seçim delegesi seçilen bütün üyeler (birkaçı hariç) hak ederek bu sıfata kavuşmuşlardır. Bu seçimlerde göstermiştir ki CHP Altınoluk örgütü bir bütün halinde hareket etmeyi dosta ve düşmana göstermiştir.

Asıl siyaset aslına bakarsanız bundan sonra ki süreçte başlayacak. Dananın kuyruğunu kim kopartmayı başaracak izleyip göreceğiz. İlçe Başkanlığı için adı geçen isimler arasında Yurt Yıldırım ve mevcut ilçe başkanı Necmi Dönmez’in isimleri geçse de, her an Kaya Yağcı’dan adaylık hamlesi (köy ve beldelerde delege seçimlerinin bitmesinin ardından) gelebileceği düşünüyorum. Ayrıca CHP kulislerinde henüz ismi çok fazla anılmasa da kadın bir adayında ilçe başkanlığı için nabız yokladığını biliyorum. Bahsini ettiğimiz isimler arasında Yurt Yıldırım’ın bir adım önde olduğu ise yine meşhur kulislerde konuşulan bir diğer konu.

Yeniden dönüp Altınoluk delege seçimlerine göz atalım. Mehmet Akif Öznal gibi partiye her seçimlerde fazlaca emeği geçmiş önemli bir ismin, CHP’nin Altınoluk’ta bir önceki dönemin belde başkanı Cahit Erol’un ve İskele mahallesinin muhtarlığını yapan Çiğdem Kıvan’ın delege seçilememesi kendilerinin haricinde parti için kayıp olmuştur. Basit oy avcılığı yaparak kimsenin bu isimleri çizdirmeye kalkacağını düşünmüyorum. En azından böyle bir hamle yapılacak olsaydı (!) partide onlarcası olan değerli ak saçlı amcalara yapılırdı düşüncesindeyim! Delege seçilememe konusunda özellikle Mehmet Akif Öznal’ın en ufak bir moral bozukluğu olacağını düşünmüyorum. Yılların getirdiği bilgi, birikim ve entelektüel kişiliği ve her şeyden önemlisi devrimci duruşu onu yeniden küllerinden doğuracaktır kanaatindeyim…

Delege seçimlerinin genç ve kadın adayları konusuna gelince ise beklentilerin karşılandığını düşünüyorum. Partiye en çok emeği geçen isimler olan gençler ve kadınlar CHP’nin yan kolu değil, itici güçleri olduğunu sandıklardan çıkan sonuçlarla da bir kez daha göstermişlerdir.

CHP’nin Altınoluk örgütünün bundan sonra yapması gereken husus ise; parti içerisinde gruplaşmaları (her alanda) bir kenara bırakarak yerel seçim çalışmalarına bir an evvel başlamalarıdır. Cumhuriyet Halk Partili olan insanları partiye küstürerek, onların gönüllerini almayarak, “nasılsa bunlar bizden” sözleri ile kendilerini avutmak ve hor görmek bu partiye yapılacak en büyük haksızlıktır!

KAZANAN CHP OLSUN!

Körfez siyasetinin kalbi Cumhuriyet Halk Partisi adına yarın Altınoluk’ta atacak. Yaklaşık 1 aydır süre gelen siyasi çalışmaların karşılığının alınacağı gün olan delege seçimlerinden çıkacak olan sonucun hem Cumhuriyet Halk Partisi’ne, hem de bölgemize hayırlı olmasını diliyorum.

Sadece hayır dilemekte yeterli değil aslında… Umarım seçilecek olan delegeler sadece “seçilmek” için aday olmayacaklardır. Seçildikleri takdirde partileri ve yaşadıkları yer içinde bir şeyler yapmanın gayreti içerisinde olacaklardır. Gençlerin ve kadınların ön plana çıkarak seçilmeleri benim ve gençleri ve kadınları kullanarak (!) siyaset yapan kişilerin en büyük temennisi durumunda…

Cumhuriyet Halk Partisi’ni ve Altınoluk örgütünü çok yakından tanıyan birisi olarak beklentim ise; delege seçimlerinden sonra kutuplaşmaların dağılması, partinin çıkarlarının daha ön plana çıkartılması ve ilçe başkanlığı seçiminden sonra da yerel seçimlere yekvücut halinde hazırlanması yönünde. Cumhuriyet Halk Partisi’nde görev almanın onuru ve sorumluluğu içerisinde bütün ön seçim delegesi adaylarına ve mahalle delegesi adaylarına başarılar diliyorum. Umarım bu seçim yeni kutuplaşmaları doğurmaz ve parti adına tertemiz bir sayfanın açılmasına vesile olur.

Ve yine temennim; seçimlerin akabinde kazananın sadece partinin ve parti için çalışan emekçilerin kazanması yönünde olacak… Oy avcılığına soyunanlar ise, biraz daha kendilerini geri plana çekeceklerdir diye temenni ediyorum…

NOT: Yazılarımda belirttiğim “ak saçlı” amcalar ve dedeler belirtmelerimden alınanlar olduğunu biliyorum. Bu isimlere “ak saçlı” derken saçlarında ak olanlara gönderme yapmıyorum sadece. Saçların “ak” olmayanların parti için siyasi geçmişleri “kara” olduklarından sözüm aynı zamanda onlara da…!

DİPNOT: 19 Mayıs törenlerinin kısmi iptali ile ilgili koskoca körfez bölgesinde eylem yapacak bir tane gençlik yapılanması yok ise; ben dahil bütün gençlere “yuh” olsun…!

25 Ocak 2012 Çarşamba

DEMOKRATİK FANTEZİLER

Demokratik şekilde gerçekleştirilen her seçimden sonra, bir kazanan bir veya birçok kaybeden olması tabii olan durumdur. Özellikle siyasi partilerde gerçekleşen bu seçimlerden sonra, birleştirici rol almak, kaybettiğin rakibine çıkarsızca destek vermek gerçekten o kurumu (parti, dernek vs.) öncelikli tutmak demektir. Bahsini ettiğim bu durum ne yazık ki bizim ülkemizde bu şekilde gerçekleşmiyor. Kaybedenler nedense (büyük çoğunlukla) kaybettikleri andan itibaren kazanan adayın ve yönetimin arkasından atıp tutuyor. Hal böyle olunca ne kendileri kazanıyor, ne rakipleri ne de bağlı oldukları kurum. Demokrasi kültürünün olgunlaştığı ülkelerde bu durum anlattığım şekilde gerçekleşmiyor. Demokrasi örnekleri (!) sergileyen Amerika’da, Başkan Obama en önemli rakibini olan Bayan Clinton’u kabinesinin en önemli görevi olan Dışişlerine getirebiliyor. Olması gereken ve işin doğası budur aslına bakarsanız…

Peki, durum bizim memleket sınırları içerisinde, yaşadığımız bölgede nasıl cereyan ediyor… Gönlümüzden geçen elbette ki kaybedenlerin kazananlara destek olması, seçimlerden sonrada önceki gibi kurumu için çalışıyor olmasıdır. İşin ucuna rant, çıkar ve kişisel menfaatler girince ne yazık ki böyle olmuyor. Bu isimler yine de utanmadan kurumlarının çıkarlarının her şeyden önce geleceğini ve asıl olanın kurumlarının başarısı olduğunu da söylemekten geri kalmıyorlar! Aslına bakarsanız bildiğimiz bu isimlerin bağlı oldukları kurumları düşündüğü falanda yok. Bunlar sadece çıkarlarını düşünüyorlar. Makam araçlarının kapısını birilerinin açması onlar için önemli olan… Veya oturdukları koltukların tek sahibinin kendilerinin olması. Kararları tek başlarına vermek, beraber seçildikleri yönetimleri zerre takmamak vs…

Bu çıkar ve menfaat düşkünü (maymunu yazınca gocunuyorlar!) amcalar için asıl önemli olan şey; kurumlarına üye olan, kurumları için çalışan insanların onların sözünden çıkmaması! Bu kurum örneğin bir siyasi parti ise, o partinin başarısı, aldığı oy, halkın dertlerini dillendirme ve çözüme kavuşturma falan değil yani…

Yine bahsini ettiğimiz bu kurumun bir siyasi parti olduğunu düşünerek devam edelim… Bu ak saçlı beyefendiler (!) siyaseti kendilerine meslek edindikleri için bir türlü kopamıyorlar. Söze gelince demokrat, icraata gelince en azılı faşistten (sosyalde diyebiliriz) geri kalmıyorlar…! Siyasete girmeden önce evlerini geçindirmekte güçlük çeken bu isimlerin neredeyse tamamı siyasete girdikten sonra (veya başkanlara yalakalık yaptıktan sonra!) çiftliklere, han ve hamamlara sahip oluyorlar… Allah’ın hikmetini görüyor musunuz değerli kurum üyeleri…!

Aslına bakarsanız bu tip insanlara kızmakta doğru değil. Onlar meslekleri olan siyaseti A’dan Z’ye düzgün yaptıkları için başarılı oluyor ve köşeyi dönüyorlar. Siyasi partilere üye olmanın birinci koşulunun belediyelere işe girme amacının güdüldüğü bir memlekette fazla söze de gerek yok aslına bakarsanız! Birde bu tip insanlara haddini bildirmeyen ve onların üzerinden siyaset yapan amcalarımız var ki; onların bıyıkları badem misali…!

Değerli okurlar; üyesi olduğunuz partinin, derneğin veya hangi kuruma üye iseniz, seçeceğiniz insanların önce liderlik vasfına, sonra aday kadrosuna, sonra seçildiği takdirde ki vaatlerine (özellikle tutulacak olanlara!), sonra plan ve programlarına ve en sonunda da mezhebine iyice bir bakın… Özellikle mezhebine bakmayı ihmal etmeyin… Gördüğünüz mezhep haddinden fazla geniş ise oy vereceğiniz insandan ne size, ne kurumuna ne de memleketine hayır gelir!

Kalın sağlıcakla…

20 Ocak 2012 Cuma

KÖYLÜ DELEGELER...

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan seçildiğinde partinin tabanına en büyük vaadi parti içi demokrasi ve adaylarını partinin üyelerinin seçeceği olmuştu. Tüm Türkiye çapında ki CHP örgütlerinde olduğu gibi Edremit’e bağlı örgüterde de delege seçimi sürecinin başlamasına çok az bir süre kaldı.

Belli makam ve mevkilerde olan insanların, önemli olanın seçilmek değil, seçildikten sonra sorumluluklarının bilincinde çalışması gerçeği bugün CHP yönetimlerinde en büyük sorunlardan birisidir. Seçildikten sonra vatandaşın sorunlarını dinlemeyen, seçilmeden önce ki samimiyetini yitiren insanlardan ne memlekete hayır gelir, ne de bağlı oldukları partiye. Bu bağlamda 21 Ocak’ta başlayacak olan, Altınoluk’a bağlı Narlı, Doyran ve Avcılar gibi köylerde ki seçimlerin önemi dahada önem arz ediyor.

CHP’li üyeler bu seçimlerde özellikle köylerde yaşayan partililerini delege seçmesi, hem parti tabanında karşılık bulacaktır, hemde köylünün milletin efendisi olduğunu gösterecektir. Bunu niye mi söylüyorüm, çünkü; bundan önceki seçimlerde sırf parti içi dengeleri elinde tutma adına yapılan kulislerde, gruplaşmaların doğurdu adaylar parti için çalışmamış (seçildiği halde bir defa partinin kapısından içeriye girmemiş, seçim süreçlerinde partinin irtibat bürolarına uğramamamış), önemli olanı delege olmak olarak görmüştür. Bunu yapan insanlardan partilerine fayda olmadığı gibi, zarardan başka hiçbir şeyede yaramamıştır.

Benim düşüncem ve kati fikrim, bu sefer özellikle köy halkının delege seçilmesi ve delegelik vasfını yerine getirecek insanların o sıfata sahip olmalarıdır. Aksi halde değişim yaşaması gereken CHP, yerinde saymaya devam edecektir.

Buna ek olarak, partinin içerisinde aktif olarak siyasetle ilgilenen onlarca gencin (Edremit merkez, Akçay, Zeytinli, Güre ve Altınoluk’ta onlarca böyle genç var) parti içerisinde bu sıfatlara kavuşturulması, hem çıkar beklemeden yapılan siyaseti olgunlaştıracak, hemde partinin ileriki yönetim kadrolarını oluşturacak insanları paha biçilemez siyasi olgunluğa kavuşturacaktır. Gençleri sadece seçimden seçime afiş asan, broşür dağıtan bireyler olmaktan öte (ki gençlik kollarının görevlerinden biriside afiş asmaktır) bu ve buna benzer görevlere getirip onlara sorumluluk vermek, partiyi gerçekten düşünmenin ve partiyi kişisel çıkar ve menfaatlerin önüne geçirdiğinin en büyük göstergesidir.

Onun içindir ki; CHP önümüzde ki delege seçimlerinde özellikle iki hususa dikkat etmelidir diye düşünüyorum. Köylerde yaşayan vatandaşların ve gençlerin delege olacak olması, partiye yapılacak en büyük faydadır. Bu görev ve sorumluluğu en çok onlar hak etmiştir.

NOT: Çarşamba günkü “CHP AŞIKLARI” başlıklı yazımla ilgili onlarca telefon ve akabinde onlarca olumsuz eleştiri aldım. Olumsuz eleştiri yapan insanların neredeyse tamamı köşe yazılarımı birilerinin bana yazdırttığını düşünüyorlar. Onlara şu teklifi yapıyorum, bir dahaki yazımı sizlerin ofislerinde, sizlerin gözünün önünde özgür ve bağımsızca yazmaya ben varım, sizlerde var mısınız!

DİPNOT: Önümüzde ki Salı günü Alevi Kültür Derneği Altınoluk Şubesi Başkanı Hüseyin Altay ile söyleşim olacak. Kendisine sormak istediğiniz sorularınız var ise, okyonder@gmail.com adresine mail gönderebilirsiniz.

17 Ocak 2012 Salı

CHP AŞIKLARI!

Google Earth üzerinden Türkiye’ye bakınca memlekette yaşanan hadiseleri daha iyi görebiliyorsunuz…! Güzel memleketin güzel şehirlerinde, her biri ayrı ayrı partilerde siyasetle uğraşan binlerce insan var. Bu insanlar zaman gelir birbirleriyle çekişirler, zaman gelir yaşadıkları yer uğruna aynı masa etrafında oturup fikir birliği ederler. Bu tip insanlara “memleket sevdalısı” denir… 22 yıldır Altınoluk’ta yaşayan, son 6-7 yıldır da aktif bir şekilde siyasetin içerisinde olan birisi olarak her şeyin cevabını bulurumda, memleketim Altınoluk’ta süregelen siyasetten bir anlam çıkartamam…

Altınoluk’ta siyaseti “siyaset” gibi icra eden tek bir parti vardır, o da Cumhuriyet Halk Partisi’dir… Ana kademesi, kadın kolları ve gençlik kolları sürekli bir şekilde çalışır durur bu partinin. O yüzden midir bilemiyorum, CHP adına Balıkesir’in amiral gemisi ismini almıştır. Günümüz memleket koşullarında siyasetle uğraşmak zaten zor ve çekilmez bir hal almış iken (!), bir de siyasetinizi Altınoluk’ta yapıyorsanız o zaman işiniz daha da zor demektir…

Özellikle CHP içerisine sinmiş veya sinmeye çalışan bu menfaat düşkünü azmanlar, söz partilerini severler ama bilmezler ki o partiye en büyük zulmü de kendileri yapmaktadır…

Şimdi CHP’nin Altınoluk içerisinde yer alan veya almaya çalışan bu menfaat maymunu olmuş isimlerin yaptıkları veya yapmaya çalıştıklarını şöyle bir sıralayalım…

- 4 yıl 11 ay partilerine zarar vermekten başka bir işe yaramayan bu ak saçlı amcalar, seçimlerden bir ay önce çalışmaya başlarlar. (son genel seçimde onu da göremedik)

- Eğer bu isimlerin destekledikleri kişi mühürü eline almışsa ondan büyük “baba” yok, eğer mühürü başkasına devretmiş ise ondan büyük “dallama” yoktur..!

- Bu isimler başkanların eteklerinden hiçbir zaman ayrılmazlar… Bugün A başkanın yalakası, yarın B başkanın yalakasıdırlar…

- Bu isimler için CHP’nin önemi yerelde iktidarı koruduğu kadardır. Bunların Atatürkçülüğü de, devrimciliği de, solculuğu da CHP’nin iktidarda olduğu sürededir…

- Bu isimler sözde örgütçüdür, sözde partilidir, partiyi güya “sözde” değil “öz”de severler. Ama bu isimlerin bu yalan kumpanyalarına kendileri bile inanmaz…!

- Yine bu örgütünü seven ve ön planda (!) tutan pek muhterem isimler, sokakta birbirlerini gördüklerinde selam vermezler, ofislerinde birbirlerinin dedikodusunu yaparlar…!

- Bu isimler için siyaseti öyle çok uzakta aramaya gerekte yoktur. Bunlar seçimden seçime siyasidirler. Geri kalan kısımda hepsi iş adamı ceketlerine giymekten geri kalmazlar…

- Partisini çok seven bu kişilik sahibi (!) insan toplulukları, seçim arifelerinde ulaşabilirlerse partinin gençlik kollarını, ulaşamazlarsa ulaşabildikleri gençleri kullanır ve daha sonra çöpe atarlar…!

- Yine bu isimlerin beyinlerinde, CHP eşittir menfaat demektir. Menfaatleri olduğu kadar CHP’li, daha sonra XYP’lidirler…!

Ve yine CHP içinde bir seçimin arifesindeyiz. 28 Ocak’ta yapılacak delege seçimleri öncesi bu isimler delege listelerine, adreslerine ve telefonlarına ulaşmış, hazırlıklara başlamış durumdalar. Siyasetin “s” sini bilmeyen bu çıkar ve menfaat maymunu olmuş isimlerle CHP yerelde nereye kadar yol alacak bilemiyorum. CHP için gecesini gündüzüne katarak çalışan fedakâr ve cefakâr insanlar ne zaman masaya yumruklarını vuracaklar o da ayrı bir muamma konusu…

Velhasıl; CHP içerisinde yöneticilik vasfına ulaşmaya çalışan bu zavallı insanlar, CHP içerisinde görev ve sorumluluk bilincine ulaşmadan önce, partinin tüzüğünü, programını öğrensinler… CHP’nin tarihi hakkında biraz bilgi sahibi olsunlar… Nazım Hikmet ne demek, Deniz Gezmiş ne demek, Uğur Mumcu ne demek ilk önce bunu o kuş beyinlere soksunlar, ondan sonra memleketi kuran ve ayakta kalmasını sağlayan tek kalesine fethetmeye kalksınlar…!

NOT: Bu yazımdan sonra da akıl vermeye kalkan onlarca profesyonel siyasetçi olacağından hiç kuşkum yok. Zerre takmıyorum; vız gelir, tırıs geçer…!

DİPNOT: Altınoluk mahalle olma konusu iyice ayyuka çıkmışken, bu duruma en çok üzülenin GÜMÇED Başkanı Mehmet Akif Öznal olacağını düşünüyorum…

16 Ocak 2012 Pazartesi

"ONLARLA BERABER ÖLMEK, GERİDE KALMAKTAN DAHA KOLAYDI" METE ERTEKİN

Hayat bazen çok ilginçtir, ilginç rastlantıları çıkartır karşımıza… En umulmadık anda en umulmadık şeyi yaşarız… Bu çoğu zaman böyle olmuştur. Bugünkü konuğum Mete Ertekin ile olan karşılaşmamızda öyle oldu… Ve birazdan anılarını anlatacak olan insanın hayata bakışı da öyle olmuş… Samimiyetini ve o yılları anlatırken ki dik duruşunu, cümleleri kurarken gözlerinde ki cesaretten anlayabiliyorsunuz… Öylesine “öz” ve öylesine “sıcak” birisi ki Mete Ertekin; kendisine olan sonsuz saygımı bir kenara bırakıp “ağabey” diye hitap etmekten alıkoyamıyorum kendimi…

1945 yılının 20 Kasım’ında Kayseri’de doğmuş Mete Ertekin... Kafkasya’dan göç eden Çerkez bir ailenin çocuğu imiş… Sevdiği kadının aşkı bile devrimciliğinin önüne geçememiş onun… İsterseniz gerisi kendisinden dinleyelim…

“Bizi Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler yetiştirdi” diyerek sözlerine başlıyor Mete ağabey… Gerçek tarihin bir sınıflar çatışması olduğunu o yıllarda Enver hocasından öğrendiğini söyleyerek sözlerine başlıyor…

Mete ağabey ilk olarak Deniz Gezmiş’le olan tanışıklığın nereden geliyor onu sormak istiyorum?

Denizle ilk tanışmam 6. Filo’nun Türkiye’ye gelişi nedeniyle Türkiye Milli Talebe Birliği çatısı altında yaptığımız toplantılara denk geliyor. Boğaza demirleyen 6.Filo’yu denize dökmek için bir plan yapacaktık. Bütün Türkiye çapında bir eylem olacaktı. Çalışmalarımızı gizli örgüt adına yapmadığımız için o sıralarda bizi engellemeye çalışanlar vs. yok. Geceleri afişleme çalışmaları yapıyoruz. Tabi o yıllarda öyle matbaa falan yok, afişlerimizi serigrafla yapıyoruz, bunun içinde kadın çorabı kullanıyoruz. 6.Filo eyleminden önce İstanbul Teknik Üniversitesi’nin o civarlarda çoğaldık ve Gümüşsuyu istikametinden aşağıya doğru yürümeye başladık. O sırada haberler bize yine sürekli bir şekilde geliyor, tabi o zaman cep telefonu falanda yok. Amerikalı askerlerin büyük kayıklarla Dolmabahçe’ye doğru geldiklerini öğrendik ve harekete geçtik. Bu haberleri almadan öncede bölge halkını neredeyse eksiksiz bir şekilde örgütlemiştik. Hatta çok iyi hatırlıyorum genelevlere kadar bu örgütlenmeyi yapmıştık. Genelevlerde ki kadınlara da şunu söyledik; bu adamları buraya sokmayın, bunların amaçları bizlerle alay etmek, bizi küçük düşürmektir. Ve inanır mısın, genelevde ki o kadınlar dolar bazında çok yüksek bahşiş almalarına rağmen ayaklarında ki takunyalarla Amerikalı askerleri kovaladılar. Tabi bütün bunlar o dönem için Amerikan emperyalizmine karşı bütün halkımızın bilinçlenmesinin bir göstergesiydi. Daha sonra karaya çıkan bu Amerikalı askerleri bizlerde sille tokat denize tekrar döktük. Bu arada orduda bizlere engel olmaya çalıştı. Yine anımsadığım kadarıyla denize döktüğümüz Amerikalı askerler arasında birkaç tane de Türk subayı vardı. Ve bu gelişmelerince neticesinde de 6.Filo o gece dönüş hazırlıklarına başlayıp ertesi gün, gün ağarmadan Türkiye’den ayrıldı. 6.Filo’ya karşı yapılan bu eylem aynı zamanda anti-emperyalist Türk gençliğinin ilk büyük eylemidir.

Bunun haricinde yine o zaman ki anti-emperyalist Türk gençliğinin büyük bir eylemi daha vardı. Kommer’nin aracının yakılması olayı. Benim Deniz Gezmiş’le ilk tanışmam 6.Filo’nun denize dökülmesi eyleminin hazırlanışı ve icra edilmesi sırasında gerçekleşmiştir. O eylemden sonrada zaten sürekli beraberdik ve çok sık görüşmeye başlamıştık. Bu eylemden sonra Cihan Alptekin’le, Hüseyin İnan’la ve diğer arkadaşlarla da hep beraber olduk ve eylemleri beraber gerçekleştirdik.

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını çok iyi tanıyan, sadece gözlemleri olan değil beraber omuz omuza eylemler gerçekleştirmiş birisi olarak soruyorum; Deniz Gezmiş şuan hayatta olsaydı günümüz Türkiye’sine nasıl bir yorum yapardı?

İstersen ben bu soruya cevap vermeyeyim ama şunu eklemek istiyorum; İzmir 9 Eylül Üniversitesi’nde sahne sanatları profesörü bir arkadaşımız var Semih Çelenk isminde, onun “Deniz Bugüne Bakıyor” isimli kitabını bütün genç arkadaşlarıma özellikle öneriyorum. Sorunuzun cevabı orada ayrıntılı bir şekilde yer alıyor ve yine sorunuzun tam olarak karşılığını o kitapta bulabilirsiniz.

68 kuşağının ikinci büyük eylemi yanlış hatırlamıyor isem “Kommer olayı” idi. Senin ağzından o süreci de dinleyebilir miyiz?

İlk önce Kommer kim onu söyleyerek başlayalım. Vietnam savaşında pasifikasyon lideri olarak geçer; yani “işkencecibaşı”dır. Diğer adı da Vietnam kasabıdır. Bizler bu adamın Türkiye’ye tayin edildiğini öğrenince hem Etimesgut havaalanına hem de Esenboğa havaalanına eylem yapma kararı aldık. İki grup halinde biner veya iki biner kişilik gruplar halinde iki havaalanının da pistine uzanarak eylemimizi gerçekleştirdik ve Kommer’in uçağı bu iki piste de inişini gerçekleştiremedi. Daha sonra öğrendiğimiz şekilde bu adamı askeriyenin ufak bir havaalanına yönlendirmişler ve uçağın oraya inişi gerçekleşmiş. Türkiye’ye girişi şaibeli ve gizli bir büyükelçi atıyor Amerika ve bu adam normal yollardan Türkiye’ye giriş gerçekleştiremiyor. 68 gençliğinin olaylara bakışı ve “Tam Bağımsızlık” idealinin temeli de buradan kaynaklanıyor. Daha sonraları bu beyefendi ODTÜ’ye gelme gafletinde bulunuyor. Bu olay basında Kemal Kurdaş (ODTÜ Rektörü) daveti üzerine diye hep dillendirilmiştir ama olayın aslı öyle değildir. Aksine Kemal Kurdaş böyle bir ziyarette olaylar çıkacağını bildiği için sürekli olarak ziyaret tarihini ertelemeye çalışmıştır. Kommer denilen herifte o kadar azılı bir adam ki ısrarla “hayır efendim ben gelirim” şeklinde mesajlar veriyor. Süreç içerisinde Kommer ODTÜ’ye geliyor ve onun yakılan meşhur bir Cadillac marka arabası var, ziyaret sırasında 3-4 bin öğrenci hemen toplanıyoruz ve arabasını ters çevirip ateşe veriyoruz. Adam bu olaydan sonra hemen ODTÜ’yü terk ediyor, hemen ertesi günde Türkiye’yi terk etmek zorunda kalıyor. Yaşanan bu olayda 68 gençliğinin Amerikan emperyalizmine karşı bir zaferidir aynı zamanda. Bu olaylardan sonra Amerika giderek 68 gençliğine karşı deyim yerinde ise “bilenmeye” başlıyor. Olaylardan sonra da günümüzde halan daha faili meçhul kalan cinayetler işlenmeye başlıyor. Vedat Demircioğlu ile başlayan, Taylan Özgür ile devam eden, Battal Mehetoğlu, Mahmut Cantekin, Hıdır Altunay isminde işçi bir arkadaşımız ve şuanda hatırlayamadığım bir sürü isimle beraber devam eden bir faili meçhul cinayetler süreci başlıyor. Bizlerde bu arada sıra ne zaman bize gelecek diye beklemeye başlıyoruz ve meşru müdafaa hakkınızı korumaya başlıyorsunuz. 68 gençliğinin silahlanması da bu olaylardan sonra başlıyor zaten. Bizlerde o dönemde Türkiye İşçi Partisi üyesiyiz, üyesi olduğumuz parti legal bir parti ve mecliste 16 tane milletvekili var. Bunu da şunun için ekledim; bizler o dönemin yöneticilerine Amerika’nın ne mal olduğunu gösterdik, bunları yüzlerine vurduk hatta. Deniz Gezmiş ve 68 kuşağının günümüzde halen daha el üstünde tutulmasının temeli de budur aslına bakarsanız.

Birazda Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’na (THKO) değinmek istiyorum. Seninde kuruluş ekibinin içerisinde yer aldığın bu oluşumu anlatır mısın birazda?...

Eylemlerin başlangıcı ilk önce Fikir Kulüpleri Fedarasyonu’na (FKF) dayanır. FKF aynı zamanda bu oluşum içerisindekilere ayrışmayı da getirmiştir. Bu oluşumun içerisinde hem Türkiye İşçi Partililer vardı hem Milli Demokratik Devrimciler vardı… Daha sonra Milli Demokratik Devrimciler olarak bu oluşumun içerisinden ayrıldık. Yine o zamanlar üniversitelerde de öğrenci birliği seçimleri oluyor ve bu seçimlere de siyasi görüşlerin üniversiteler içerisinde ki temsilcileri olan; Sosyalist Fikir kulübü (bizimkisi), Sosyal Demokrat Düşünce Derneği (CHP’nin), Hür Düşünce Derneği (sağcıların) bu şekilde bizler o zamanlar öğrenci birliği seçimlerine giriyoruz. Yaşanan bu seçimlerin akabinde Türkiye Komünist Partisi’nin son kurultayı, Dev-Genç’in ilk kurultayını gerçekleştirdik. Bu kurultayda biz TKP’yi lav edip Devrimci Gençlik Fedarasyonu’nu (Dev-Genç) kurduk. Devrimci Gençlik Fedarasyonu’da ağırlıklı olarak Milli Demokratik Devrimcilerin oluşturduğu bir federasyondu. Tabii bu Milli Demokratik Devrim tezi üzerinde ki bizim yazılarımız vs. hepsi var ve bir yandan da sürekli okuyoruz, yazıyoruz süreci boş geçirmiyoruz. Bir gün öğreniyoruz ki bizi Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) ihraç etmişler. İhraç sürecinin de ardından Dev-Genç içerisinde örgütlenmemizi sürdürmemiz gerektiğini anladık ve çalışmalarımızı bu yönde sürdürdük. Öğrenci eylemlerimizin büyük bir çoğunluğunu da Dev-Genç bünyesinde gerçekleştirdik. Mesela 6.Filo Deniz Gezmiş’in İstanbul’da oluşturduğu Devrimci Öğrenci Birliği (DÖP) ile bizlerin Ankara’da oluşturduğu Devrimci Gençlik Federasyonu’nun (Dev-Genç) ortak oluşturduğu bir eylem. Bu olaylarda yaşanırken tabii daha Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) veya Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP-C) kurulmamıştı.

Birde şunu sormak istiyorum; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildikleri için mi bugün bile insanlar için önemli durumda?

Deniz Gezmiş ve arkadaşları (buna bütün devrimcileri ekleyebiliriz) daha lise yıllarından itibaren kendilerini ideolojik anlamda yetiştiren insanlardı. Deniz Gezmiş çok iyi bir hatip, kitleleri peşinden sürükleyen bilen bir liderdi. Ayrıca Deniz Gezmiş o yıllarda yapılan eylemlerde İstanbul ekibinin lideriydi ve daha ilk başlarda bizlerde Ankara’da kendisinin ismini duyuyorduk. O yıllar Ankara’da ki devrimci hareketin lokomotifi de ODTÜ (özellikle Siyasal Bilgiler) idi ve bu hareketi de bizler yönetiyorduk. Günün koşulları ve yapılan eylemlere de baktığımız zamanda bunu görebilirsiniz zaten.

Mete ağabey son olarak 6 Mayıs gecesini anlatabilir misin?

Yaşanan süreci kamuoyuna daha iyi aktırma adına bizlerde o zaman ölüm orucuna başlamıştık. Tabi o koşulları yaşamayanlar bunun ne demek olduğunu elbette anlayamazlar. Hiçbir şey yemeden, sadece su içerek yaşamını devam ettirmeye çalışmak giderek algılamada zorluklar yaratma başlamıştı. İlk önce fiziki olarak karın bölgesinde acılar hissetmeye, daha sonra da bacaklarının dermansızlaştığını fark ediyorsun. Ölüm orucunun 15. gününde kendisi en şiddetli şekilde hissettirmeye başladı. 18. gününe geldiğimizde Deniz, Yusuf ve Hüseyin’e belli ettirtmeden bu durumu Halit ağabeye (Çelenk) anlatmamız gerektiğini konuştuk kendi aramızda. Bunun nedeni olarak; idam kararı kesinleşir ve ansızın gelirler ise, arkadaşlarımız idam sehpasına çıktıklarında dizlerinde derman kalmaz ve rezil oluruz düşüncesi ile kararı almıştık. Daha sonra da Halit ağabey Deniz’lerle konuştu ve ölüm orucundan vazgeçmiş olduk. Bu arada çok iyi anımsıyorum, hücrelerimizin hepsi simetrikti. Ben hücremin taharet borusunu yerinden sökmüştüm ve yen hücremde kalan Yusuf Aslan ile oradan konuşuyordum. İdam kararlarının kesinleştiği anda, Deniz Gezmiş ile ben, Yusuf Aslan ile Hüseyin İnan aynı hücrede kalıyorduk. O süreç içerisinde öyle bir ruh hali içerisinde oluyorsun ki, önemli olan tek şeyin ölüme dik bir şekilde gitmek olduğunu anlıyorsun. Ve bundan önce birkaç defa daha söylediğim ve yine söyleyeceğim bir şey var, keşke o sorgular sırasında eylemlerde benimde olduğumu söyleseydim. Eylemlere katıldığımı zaten biliyorlardı ama önemli olan bunları zabıtlara geçmekti tabi. Deniz’lerle beraber idama gitmek, onlardan ayrı bir şekilde geride kalmaktan daha kolaydı kesinlikle benim için. İdam sonrasında kendi içimde çok büyük acılar yaşadım. Yoldaşlığın en üst mertebesini yaşadığın bir durumda, hele ki o şartlar içerisinde kardeşlerinden, hatta anandan-babandan sana daha yakın durumda olan insanları kaybediyorsun. Bunu anlatma olayı çok farklı, ama bunu bir de yaşayan bir beden var.

Ve yine hiç unutmuyorum; 5 Mayıs gecesi bir kuşu sesi, karınca sesi veya börtü böcek sesi gelir gibi hücrelerde ki arkadaşlar kulaklarımızı diktik ve teyakkuza geçtik. Çok bir süre geçmeden de tank ve postal sesleri kulaklarımızda yankılanmaya başlamıştı. Altı-üstü götürecekleri üç tane genç ama o anda orada yaşanan süreci görmüş olsanız, sanırsınız ki memlekette savaş durumu söz konusu. Daha sonra askerlerin bot sesleri eşliğinde, ellerinde zincirlerle hücrelerin dibinde bittiler. Olayı bu denli abartı şekilde yaşatmalarında ki amaçları da, güya bizim yüreklerimize, beyinlerimize korku salmaya çalışıyorlar. Bütün uğraşları ise boşuna oldu çünkü bir damla gözyaşı dahi alamadılar bizden. Yine hatırladıklarım arasında Deniz, Yusuf ve Hüseyin ile son vedalaşmamızda var… Deniz Gezmiş ile son konuşmamızı çok iyi hatırlıyorum; bunlar bizi öldürdüklerini zannediyorlar dedi, boşuna umutlanmamalarını çünkü bu davanın süreceğini yine bana söyledi. Tabi bu arada bende kendimi çok zor tutuyorum. O an ki psikolojiyi anlatmam ise imkânsız. Deniz Gezmiş’i ilk tanıdığımda nasıl bir karakterde ise, idama gitmesine saatler kala da karakteri aynı şekildeydi. İkinci görüştüğüm yoldaşım Hüseyin İnan oldu. Onun bana son söyledikleri de; Diyarbakır’da son konuştuklarımı hatırlıyor musun dedi, hatırladığımı söyledim, piyango sana çıktı diye ekledim ve şuanda burada beraber idama götürülmeyi arzu ettiğimi söyledim. Hüseyin’de bana böylesinin daha iyi olduğunu söyledi. Hüseyin’in yanından çıkıp Yusuf Aslan’ın yanına geçtim. En son Yusuf’la görüşürken kendimi tutamadım artık. Hiç bir şey söylemedim ve sadece sarıldım Yusuf’a… Ama Yusuf’un bana söylediğini hiç unutmuyorum; iki Çerkez’den birisi gidiyor demişti bana… Yusuf’un da bana son sözü bu oldu. Daha sonra ilk önce “hadi eyvallah” diyerek Deniz geçti hücremin önünden, sonra Hüseyin ve en son Yusuf’ta “hoşça kalın arkadaşlar” diyerek hücrelerimizin önünden geçerek idama doğru gittiler… O anda bir çaresizlik durumu hissettim. İçimden ana avrat küfür etmek geldi ama bunun bize yakışmayacağını düşündüm. “Kahrolsun faşizm” diye bağırdım ardından ama ona da tepki vermediler. Zaten ideolojik olarak hakaret ettiğimde alınmayanlar, ana avrat küfür etsem de alınmazlar diye düşündüm… En sonun üç fidanı götürdüler ve ben 4 ay Deniz Gezmiş ile beraber kaldığım hücrede yatağımın üzerine oturdum ve saate bakmaya başladım… Kendi kendimle de “şu kadar zamanda giderler ve idamlar şu saatte gerçekleşir” diye konuşmaya başladığımı anımsıyorum… Geldiğimiz noktada ise, onlar genç öldüler, hala genç yaştalar, yaşlanan ise bizleriz…

12 Ocak 2012 Perşembe

ALTINOLUK MUHTARLIĞI!

Balıkesir’in Büyükşehir olması durumda Altınoluk’un hali nice olacak merak edenlerden misiniz? O halde bu yazıyı dikkatlice okuyabilirsiniz…

Balıkesir’in Büyükşehir olması durumunda Altınoluk, Güre, Akçay, Zeytinli ve Kadıköy’ün Edremit’e bağlanacağı dilden dile konuşulan bir konu. İnsanlar konuşurlar, kararı yöneticililer verir. Diğer bir konu ise Altınoluk’u da içine alacak şekilde Güre’nin ilçe olacak olması.

Şimdi bundan 8-10 sene öncesine gidelim… O yıllarda bile Altınoluk’un ilçe olması gerekliliği sürekli dillendirilirdi, yazılır, çizilirdi… Geçen yazımda da belirttiği gibi Altınoluk ilçe olma potansiyeline sahip körfezin tek beldesidir. Dikkat etmenizi istiyorum; “ilk” beldesi değil “tek” beldesidir diyorum…

Alt yapısı, üst yapısı, nüfus oranı, şehirleşme derecesi (ki Altınoluk’a hiç yakıştıramam), bölgede ki fiziki konumu, sağlık, spor, sanat (!) anlamında gelişmişliği vs… Neresinden bakarsanız bakın Altınoluk ilçe olmayı çoktan hak etmiştir. Küçükkuyu’nun Altınoluk’a bağlanacağı ve Altınoluk’un ilçe olacağını bu yörede yaşayıpta duymayan var mıdır? Bu ve buna benzer örnekleri sıraladıkça sıralayabiliriz…

Yine geçen yazımda da belirttiğim, tam olarak olması gerekeni anlatamadığım bir konuya değinmek istiyorum… Altınoluk istediği kadar ilçe olmayı hak etmiş olsun, burada yaşayan siyasi partiler, dernekler ve halk bir bütün halinde bunu istemedikçe ve dahada önemlisi çalışma ortaya koyamadıkça kusura bakmayın ama; bir cacık olmaz…! Altınoluk’un ilçe olması demek nüfus oranının bir o kadar daha artması, küçük esnafın yüzünün gülmesi, dış yatırımların (özellikle turizm anlamında) artması anlamına geliyor. Altınoluk Belediye Başkanı’nın bildiğim kadarıyla sihirli bir deyneği yok… Ve yine bildiğim kadarıyla, Altınoluk Belediye Başkanı’nın arkadasında iktidarın gücü de yok… Altınoluk’un ilçe olması yolunda Özpolat ne kadar çaba sarf ederse etsin, ne yaparsa yapsın, isterse şapkadan tavşan çıkartsın hiç bir şey olmaz…! Altınoluk’lular, beldede ki siyasi partiler, DKÖ ve STK’lar bir bütün halinde mücadele etmediği sürece ilçe olma hayali kuran Altınoluk, ya Edremit’in ya da Güre’nin mahallesi olmaktan öteye geçemez…! Hiç kusura bakmayın, gerçek aynen bu şekilde…

Altınoluk’un ilçe olması için asıl önemli olan konu ise; beldede ki siyasi partilerin hiçbir çıkar gözetmeden, siyasi yarış ve hesaplaşmaları bir kenara bırakarak, Altınoluk ve Altınoluk’un geleceği için özveride bulunmalarıdır… Tekrar ve son kez beldeyi yöneten ve o koltuklarda oturan bütün yönetici büyüklerime tavsiye ediyorum, gelin çekişme ve inatlaşmaları bir kenara bırakın ve koltuklarınızdan daha önemli olan Altınoluk’un geleceği için elinizi taşın altına koyun…!

Aksi halde; muhtarlık örgütlerinizi kurmaya ve muhtarlarınızı belirlemeye başlayabilirsiniz., kalın sağlıcakla…

9 Ocak 2012 Pazartesi

ALTINOLUK BELEDİYESPOR…

Geçen cumartesi günü Altınoluk Belediye Spor’un dayanışma yemeğine katıldım. Zorlu şartlarda görev yapan yönetimin maddi açıdan destek toplama amacı güden buluşmalar iyi, güzel ve keyifli… Bu yemeklerin organize edilmesinde elbette olumsuz hiçbir neden yok. Ben olaya biraz daha tersinden bakmak ve yöneticilerimize yeni bir bakış açısı sunmak istiyorum.

Kulüp Başkanı Çakıl’ın söylediği gibi artık amatör diye bir olgu kalmadı. Spor her alanıyla profesyonelleşmeye doğru ilerliyor. Altınoluk Belediyesi’de bu konuda adımları önceden atarak önemli bir artı da sağlamış durumda. Bu adımlara kapalı spor salonunun inşası, voleybol ve basketbol takımlarının aktif hale getirilmesini gösterebiliriz.

Fakat özellikle futbol takımına harcanan paralar bana biraz abartı ve yazık gibi geliyor. Buralara harcanan paralarla transfer edilen sporcular Altınoluk’ta veya bölgede yaşayan sporcular değil. Afyon’dan, Alanya’dan, Konya’dan transferler yapılıyor. İçlerinde birkaç tane Balıkesir bölgesinde yaşayan sporcu var ise, bu sayıda yetersiz bana göre…

Hâlbuki yapılan onca yatırım bölgede yaşayan gençlere yapılsa ve transfere binlerce TL harcanmasa daha doğru olmaz mı? Netice itibariyle amatör bir ligde oynuyorsunuz. Gençlere yapılacak olan yatırımın karşılığı biraz sabırla çok daha fazla alınacaktır kanaatindeyim. Geçmişten örnek vermek gerekirse; benimde arkadaşım olan bir Ali Öztürk var, şuanda Balıkesir Spor’da oynuyor. 1987 doğumlu olan bu kardeşimiz zamanında burada gerekli alt yapıyı almış olsa şuanda Balıkesir Spor yerine Beşiktaş veya Fenerbahçe’de çok rahat oynayabilirdi. Alt yapıdan kastımda sadece 13-14 yaşında keşfedilip spor yapmasına olanak sağlamak değil. Eğitim anlamında da bir alt yapı, kişilik kazandırma anlamında da bir altyapı vs… Yine genç arkadaşlarımızdan birisi olan Ramazan Çıra vardı. En son hatırladığım kadarıyla Kütahya Spor’da oynuyordu. Bu genç kardeşimizde gerekli alt yapıyı zamanında yaşadığı bölgeden ve futbol oynadığı kulüpten almış olsaydı şuanda Süper Lig’de çok rahat futbol oynayabilirdi.

Demek o ki; Altınoluk Belediye Başkanı, kulüp yöneticileri ve iş adamlarının desteği örnek teşkil edecek derecede. Kurumsal kimlik kazanma adına hızla ilerleyen bir kulüp var. Bu artıları yaparken bölge gençlerine biraz daha yatırımla beraber, gençleri spora daha iyi teşvik edebiliriz. Ali Öztürk’leri, Ramazan Çıra’ları cüzi fiyatlarla yetiştirip devasa ücretlerle büyük kulüplere satabilme kabiliyeti, amatör kulüplerin ve alt yapıya önem veren kurumsal yapıların birinci önceliği olmalıdır. Belde Belediyesi olan Altınoluk’a nasıl ki kapalı spor salonu ihtişamıyla beraber yakışacaksa, aynı şekilde yörenin çocuklarına A takımlarda şans vererek, yatırımları buralara yaparak kazanılan başarılarda yakışacaktır.

Kalın sağlıcakla…

5 Ocak 2012 Perşembe

SİYASETİN MİNİ BAŞKENTİ: ALTINOLUK

Altınoluk’ta siyaset hiçbir zaman bitmez. Bu evvelde de böyle olmuştur, bugünde ve yarında böyle olacak. Siyasetin harman olduğu bir beldedir Altınoluk… Altınoluk’ta siyaset yapmak hem zordur, hem meşakkatlidir. Altınoluk’ta siyaset yapmakla Ankara’da siyaset yapmak aynıdır dersek abartmış olmayız. Siyasetin küçük başkentidir Altınoluk…

Altınoluk’ta şu sıralar siyasi gündeminin bir numaralı maddesi ilçe olup olmayacağı. Daha sonra ise CHP’nin Ocak ayında yapılacak delege seçimleri ve belediye başkanlığı için ismi geçen isimler olarak sıralayabiliriz. Altınoluk’un ilçe olma olasılığı aldığım duyumlara göre oldukça zayıf. Balıkesir’in büyükşehir olması durumunda (önümüzde ki yerel seçimlere yetişeceği söyleniyor) Altınoluk’ta muhtemelen Edremit’in mahallesi konumunda olacak. Diğer alternatif ise Güre’nin ilçe yapılacağı (Bülent Arınç’ın Güre’de yazlığının olması bunda önemli bir faktör olarak gösteriliyor) ve Altınoluk’un da Güre’ye bağlı olacağı yönünde. Altınoluk nüfus olarakta, büyüklük olarakta, gelişmişlik (!) olarakta Güre’den bunu daha fazla hak ediyor diye düşünüyorum. Balıkesir’in büyükşehir olma durumu konuşulmadan da Altınoluk’ın ilçe olması yönünde söylentiler sürekli çıkıyordu. AKP Altınoluk Belde Başkanı Metin Örkçü ile geçmiş aylarda yaptığım bir söyleşide bunu projeleri olarak açıklamıştı.

Peki Altınoluk’un ilçe olması yönünde beldenin siyasi partileri, STK’ları, DTK’ları ne gibi çalışmalar yapıyor. Daha doğrusu yapıyorlar mı? Gözle görülen bir çalışmanın olmadığını görüyoruz. Altınoluk Belediye Başkanı Hasan Özpolat’ın bu yönde bir çalışmasının olduğunu biliyoruz. Peki Başkanın tek başına bu çalışmayı yapması ne kadar yeterli olacaktır. Başkan Özpolat’ın haricinde GÜMÇED Başkanı Mehmet Akif Öznal ve Edremit eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Başaran’ın da faaliyette olduklarını görüyoruz. Yine soruyorum: Yeterli mi?

Bu ve buna benzer soruları arka arkaya sıralayabiliriz elbette. Önemli olan bu soruları sormak değil; asıl olan Altınoluk’un hak ettiği bu karşılığı görmesi…

Altınoluk’un bir diğer konusu ise yaklaşan yerel seçimler ve başkan adayları… CHP adına ismi geçenler mevcut Belediye Başkanı Özpolat’ın yanı sıra Mehmet Akif Öznal ve eski Başkan İsmail Aynur. Yerel seçimler biraz daha yaklaştığında Özpolat ve Aynur isminin biraz daha ön plana çıkması ve iki isminde adaylık konusunda yarışa girmesi partiyi mutlak suretle olumsuz yönde etkileyecektir. Böylesi bir durumda CHP Altınoluk’ta güç kaybedebilir ve diğer muhalif partiler aradan sıyrılabilirler. Şimdiden bunu söylemek biraz hayalperestlik gibi gelebilir fakat, zaman yaklaştığında karşı karşıya kalacağımız durum başka bir aday çıkmazsa böyle olacak gibi görünüyor.

Yukarıda yazdıklarımın haricinde CHP’den adaylık düşünen başka isimlerinde olduğunu biliyorum. Bunları şimdilik yazmıyorum, kazan biraz daha ısınmaya başladığında bu isimleri de sizlerle paylaşacağım…

Diğer bir konu ise CHP’de yaklaşan iç seçimler. Altınoluk Belde Başkanlığı için hiçbir isim duymadım şuana kadar. Böylesi bir süreçte Belde Başkanlığına aday olmak ateşten gömlek giymekle eşdeğer durumda. Mevcut Başkan Musa Karaaslan yeniden aday olur mu, yoksa koltuğunu başka bir isme devreder mi bunu da zaman gösterecek. Yine açıkca gördüğümüz bir diğer çalışmada CHP’nin Altınoluk’ta ki muhaliflerinin belde başkanlığı için isim aradıkları yönünde. Herhangi bir ismi belirlediler mi bunu bilmiyorum ama, muhalif ekibin kurt siyasilerinin boş durmayacağı da aşikar.

Altınoluk’ta ki siyasete neresinden bakarsanız bakın bir hareketlilik olduğunu rahatça görebiliyorsunuz. Yazımın başında da belirttiğim gibi siyasetin mini başkenti konumunda ki Altınoluk’ta seçim süreçleri yaklaştıkça ortam daha da kızışacağa benziyor. Bu süreçte tek temennim kazananın Altınoluk, ve sadece Altınoluk’a hizmet etmek isteyen doğru ve cesaretli siyasilerin olması.