18 Haziran 2013 Salı

OLAYLARDAN VAZİFE ÇIKARTMAK…

Taksim Gezi Parkı’nda başlayan ve tüm Türkiye’ye yayılan olaylar geçtiğimiz hafta sonu tekrar alevlendi. Başbakan Erdoğan’ın “dediğim dedik” tavrına karşı pes etmeyen insanlar her gün meydanlarda direniş gösterilerini arttırmaya başladı.

Olayların bu noktaya gelmeden önlenebileceği gerçeğiyle karşı karşıyayız. Türkiye’de yaşayan herkesin başbakanı olduğunu ifade eden Erdoğan, bu lafının arkasında durup özür dilemese dahi en azından yumuşak birkaç söylemde bulunabilirdi.

Ama tam aksi oldu… Memleketin tüm kesimlerinin başbakanı olması gereken kişi, arkasına %50’nin direncini almaya çalışarak verdide veriştirdi. Bir başbakanın ülke vatandaşlarına karşı “Çapulcu” tarzı düşük metot kelimeler kullanması ise olayları magazine etti ve espri kıyamet gırla gitti.

Söz konusu olayları ülke genelinden izah etmeye çalışacağım:

- Polisin tavrı aynı şekilde “insafsız” devam ederse memlekette iç savaş nidaları atmak isteyen kesimlerin ekmeğine yağ sürülecek.

- Başbakan Erdoğan sadece %50’nin değil tüm Türkiye’nin başbakanı olduğunun farkına varmadan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni sanki kendisi kurtarmış ve kurmuşçasına olan kibrinden vazgeçmeden ve sükunet telkin eden sözler sarf etmeden olaylar yatışmayacak aksine daha da tırmanacak. Hatta Başbakan Erdoğan’ın söylemleri bu haliyle devam ederse iç savaş tehdidi Suriye tarafından kapımıza kadar girecek!

- Olaylardan vazife çıkartmaya çalışan insanlar (asıl marjinal bence bunlar) sokaklardaki vatandaşların demokratik ve gayet insanı tavırlarını siyasi veya ideolojik temele çekmeye çalışmamalıdır. Onlar bunu yaptıkça sokakta gerçekten özgürlük arayan gençler “çapulcu” sıfatına haiz olmak durumunda kalıyorlar. Buda olmuyor, yakışmıyor.

- Yaşanan hadiseler ezelden beri 3-5 ağaç meselesi değil zaten. Olayların bu noktaya kadar gelmesindeki baş aktör ise Başbakan Erdoğan’ın bitmek tükenmek bilmeyen ego patlamasıdır.

Olaylara birde yerelden, Altınoluk’tan bakalım:

Vatandaşların en demokratik hakkını kullanarak ortaya koyduğu tepkilerde “tarafsızlık” ilkemi bir kenara bırakarak en ön saflarda bulundum. Özgür bir basının olmadığı memlekette tarafsız olsam ne yazar, yandaş veya candaş olsam ne yazar! 1 Haziran tarihinde başlayan ve yaklaşık 4 gün süren gösterilerde Türkiye Cumhuriyetinin bir vatandaşı olarak demokratik hakkımı ortaya koydum. Ama her şeyin bir sınırı olduğunu da unutmadım! Bu tepki herhangi bir siyasi refleks değildi. Öyle olmadığı içinde Altınoluk’ta görülmemiş şekilde demokratik bir tepki yaşandı. Sonrasında ise olaylar farklı boyutlara, siyasi zemine çekilmeye başlandı. İşte bu yapıldığı anda “direniş” ruhu kaybedildi. Altınoluk Cumhuriyet Meydanı’nda sağcısı solcusu, Alevisi Sunisi, Hakkarilisi Balıkesirlisi hep beraber demokratik hakkı olan protesto gösterilerinde barışçıl şekilde yer aldıysa, bu 3. köprüye ismi verilecek Yavuz Sultan Selim’e hakaret etme cüretini bize vermemeli. Orada Yavuz Sultan Selim’i seven ve sevmeyenler bir arada olduğu için güzeldi, anlamlıydı. Aynı şekilde insanların meydanlarda toplanmasını sağlayan güç neydi; Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetine karşı olduğu düşünülen bir ideolojinin egemen olması. Demokrasi dediğimizde işte tam olarak budur; birbirini hazmetmek. Ama Başbakan Erdoğan gibi kendisine oy vermeyenleri iğneleyici sözlerle provoke ederek değil!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder