31 Aralık 2012 Pazartesi

HEYECANLI BİR MİLLETVEKİLİ...

Kendisini yaklaşık 3 sene önce GÜMÇED’in Akçay’da düzenlediği bir panelde görmüştüm. O zamanlar CHP Balıkesir İl Genel Meclis Başkanvekili görevindeydi. Genel seçim sürecinde adaylığını açıkladığında pek ihtimal vermemiştim ama kendisi birinci sıradan milletvekili adayı olarak çoğu kişiyi şaşırttı.

Genel seçimler sonrasında yapılan performans ölçümlerinde, TBMM’nin en çalışkan milletvekillerinden birisi olduğunu öğrendik. Tarih öğretmenliği serüveninden avukatlık yıllarına kadar epey meşakkatli yollardan geçtiğini belirtiyor.

Namık Havutça’dan bahsediyorum. Geçtiğimiz hafta Balıkesir İl Başkanlığı’nda kendisiyle bir röportaj gerçekleştirdim. Röportajın ana konusunu Altınoluk oluşturdu. Altınoluk’un neden ilçe olamadığını ve daha birçok soruyu sordum. Hepsine içtenlikle ve samimi cevaplar verdi. Bende yarattığı en büyük etki ise; fevkalade enerjik birisi.

Günün 16 saatini yurttaşları ile geçirdiğini, ailesine düşündüğünden daha az zaman ayırabildiğini söyledi. Bundan hiç pişman olmadığını da ekledi arkasından; söz konusu vatan ise, çalışmak zorundayız diyerek hatiplik yeteneğini de göstermiş oldu.

Yapmış olduğu siyaset kimilerine göre samimi ve gerçekçi gelmese de, Bandırma merkez ve Balıkesir’in köylerinde büyük bir destek gördüğü ortada. Bunu nereden çıkardığımı soracak olursanız; röportaj için kendisini beklerken, parti binasında köylülerle konuşma fırsatım oldu. Namık Havutça ile ilgili düşüncelerini sorduğumda, birkaçı haricinde hepsi memnuniyetini dile getirdi.


Röportajın arasına, sorduğum soruların haricinde ufak notlar da eklemeyi ihmal etmedi Havutça. Hoşuma gitti. Bir siyasetçinin dikkat etmesi gereken konuların hepsi üzerinde büyük bir titizlikle durduğu söylemlerinden ortaya çıkıyordu zaten.

Önümüzde bir yerel seçim olduğunu, Balıkesir’de ilk defa büyükşehir mantığı ile seçime gireceklerini ve bu konuda geçmiş tecrübeleri olan İzmir ve Eskişehir gibi örgütlerden destek almaları gerektiğini belirtti. Akıllıca geldi. Bu sefer her şeyin çok farklı olacağına inanıyor Namık Havutça. CHP’nin Balıkesir Büyükşehir Belediyesi’ni kazanacağını söylüyor. Hatta daha ileriye giderek, CHP’nin ilçelerde de büyük bir hâkimiyet kuracağına inandığını belirtiyor. Bunları hayata geçirmek için tek yolun birlik ve beraberlikten geçtiğini söylüyor. Bu seçimde birbirleriyle değil, rakip partilerle uğraşacaklarını anlatıyor. Dinlemesi güzeldi Havutça’yı… Söylemlerinin hemen hepsi bende karşılık bulmasa bile bir gazeteci olarak istediğimi bana verdi. Önemli olanda buydu zaten. Ben gazeteci gibi sorularımı sordum, o da siyasetçi gibi cevaplarını verdi. Yeri geldi sorumun kenarından kıvırdı, yeri geldi hakimiyeti eline aldı, yeri geldi dobra bir şekilde cevapladı.

Röportajın sonuna eklediği not ise epeyce dikkatimi çekti; Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın ile yaptığı görüşmede, CHP oylarının Balıkesir merkezde %10, ilçelerde daha da fazla arttığını belirtti. Yapılan anketler seçimlerde karşılık bulursa gayet güzel.

Not: CHP Balıkesir Milletvekili Namık Havutça ile gerçekleştirdiğim röportajı önümüzde ki hafta Kuzey Ege Gazetesinde okuyabilirsiniz.

Dipnot: 24 yıldır Altınoluk’ta yaşayıp defalarca Balıkesir’e gitmeme rağmen şu memlekete bir türlü alışamadım. Havasından mıdır suyundan mıdır bilmiyorum ama; hep bir kasvet, bürokrasi ve yalnızlık kokuyor.

22 Aralık 2012 Cumartesi

HEPİMİZ AYNI RÜYAYI GÖRDÜK

Sizce Altınoluk’ta yaşayan bütün insanlar aynı anda ve aynı saat dilimlerinde aynı rüyayı görebilirler mi? Bunu böyle söyleyince biraz saçma ve imkânsız geliyor olabilir. Nitekim öyle bir siyasi parti tarafından yönetiliyoruz ki; aynı anda aynı rüyayı görmemize bile sebep oldular…

Yazının girişini okuyanlar “ne diyor bu çocuk” diyebilirler. Demek istediğim şudur; “Altınoluk ilçe oldu” söylemi içerisinde bütün ahali iki gün boyunca aynı rüyayı gördük…

Hatta durum bir ara o kadar sarpa sardı ki, akşam yattığımızda mahalle, sabah kalktığımızda belde olarak kalıyorduk, ertesi gün yattığımızda ilçe olmamız kesinleşiyor, sabaha uyandığımızda tekrar mahalle oluşumuz yüzümüze vuruluyordu.

Ben bir ara korkmaya da başladım açıkçasını söylemek gerekirse. Bu adamlar bu gidişle bizi Midilli’ye bağlayıp kurtulacaklar diye de düşünmedim değil hani…

Düşünebiliyor musunuz; büyükşehir tasarısı içerisinde kurulması planlanan 24 yeni ilçeden (Altınoluk’ta bunların içerisinde!) sadece Altınoluk liste dışı kalıyor. Altınoluk’u listenin dışarısında bırakmalarının ardından, 7–8 yeni ilçe kurulması yönünde de karar alıyorlar. E adamlar da haklı aslına bakarsanız… 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında 5 bin insan yürüyüş yaparsan, Cumhuriyet değerlerinin hatırlandığı günlerde ciddi ve potansiyeli olan etkinlikler yaparsan, 6 Mayıs’ı dimdik, 24 Ocak’ı metanetli, 2 Temmuz’u birlik içerisinde anarsan, adamlarında en doğal hakkıdır seni ilçe yapmamak…!

Velhasıl; öyle oldu böyle oldu, az gitti uz gitti derken nüfusu kışın 20 bin, yazın 350 bin sınırını aşan, bankaları, okulları, alt ve üst yapısı ve şehirleşme derecesi ile güzelim Altınoluk mahalle oluyor!

İnsan bu durumu biraz yadırgıyor değil mi? Bunu kendimize itiraf etmeliyiz…

Annesi ve babası tarafından eve alınmayan yaramaz bir çocuk gibi hissettik kendimizi Altınoluk’ta yaşayan insanlar olarak. Durumun buralara kadar gelmesinde, Altınoluk ve Altınoluk’ta yaşayan insanlarla böylesine alay edilmesinin de siyasi bir karşılığı olacaktır elbette. En azından ben böyle düşünüyor ve böyle olmasını temenni ediyorum.

Siyaseti fazlası ile bilen ve kendisine meslek edinme yolunda hızla ilerleyen AKP’nin çok değerli kurmayları, akıllarınca Altınoluk’u piyon olarak kullanıp, CHP’yi körfezde birbirine düşürmeye kalksalar da, ne hikmettir ki yemedi ve tutmadı!

23 yıldır Altınoluk’ta yaşayan ve yaşına göre uzun zamandır siyasetin içerisinde olan birisi olarak gördüğüm ise; uygulanmaya çalışılan ama tutmayan bu plan ile CHP’nin körfezdeki siyasi aktörleri birbirlerine çok güçlü şekilde kenetlenmiştir. AKP baltayı bu sefer taşa öyle bir vurmuştur ki, onun “zınnn” lamasıyla Edremit Belediyesi kendileri için bir hayal olarak kalacak gibi gözüküyor.

Not: Altınoluk’un ilçe olamamasında AKP’nin kurnaz siyasetçileri kadar CHP içerisinde güçlü konumlarda bulunup Altınoluk’un çıkar ve menfaatlerini korumayanlar da muktedirler. Günü geldiğinde, siyaseten elbette kendilerinden de hesap sorulacaktır diye düşünüyorum.

Dipnot: Her kötü olaya iyi yönünden bakmayı seviyorum. Geçtiğimiz günlerde büyükşehir tasarısı ile ilgili bir araştırma yaparken, Altınoluk Belediyesi’nin kapanmasının ardından Altınoluk’un Türkiye genelinde ki en büyük mahalle olacağını öğrendim.

Vay anasına sayın seyirciler!

5 Aralık 2012 Çarşamba

BİLİYORUM, SİZDE EN AZ BİZİM KADAR HEYECANLISINIZ…

“Neden Kuzey Ege?” diye sorduğumda verdiği cevap bile beni heyecanlandırmaya yetti aslında. Sevdiğin, hatta âşık olduğun bir işi, işin ehlinden öğrenme isteği farklı bir heyecan yarattı. Yıllarını bu işe vermiş, saçını bu işin mutfağında ağrıtmış bir insandan öğrenilecek çok şey olduğuna inandım. İnternette yaptığım ufak bir araştırma bile Orhan Doruk isminin ne kadar “kaliteli” olduğunu göstermeye yetti bana. Ve dedim ki kendime; oğlum Okay, sen bu adamdan çok şey öğreneceksin!

Kuzey Ege Gazetesi, şimdilik haftalık, yakın zamanda günlük olarak sizlerle buluşacak olan bir gazete. Orhan Doruk ve gazetenin imtiyaz sahibi Ümit Yeğinoğlu bu gazeteyi her hafta rutin olarak okurlarıyla buluşan “ajans gazetesi”nden öteye geçirme adına inanılmaz beyin yoruyor, ciddi fedakârlıklar yapıyor. Gazetenin imtiyaz sahibi Ümit Yeğinoğlu’nun gösterdiği fedakârlığı ise, kolay kolay her baba yiğit gösteremez diye düşünüyorum. Orhan Doruk gibi bir ismi gazetenin başında olması konusuna ikna etmek bile ciddi bir özveri ve fedakârlık gerektiriyor. Kuzey Ege’nin mutfağında yer alan diğer isimler; Cenk Yurdakan, Vedat Kocatürk, Kazım Çetintaş ve Merdiye Çekirdekli büyük bir heyecan ve zevkle işlerini yapıyorlar.

Kuzey Ege Gazetesi’ndeki ilk yazımda, içimin kıpır kıpır olmasını sağlayan bu gazetenin emekçileriyle başlangıç yapmak istedim. Yakın bir zamanda Altınoluk’un gündemini de belirleyecek olan bu gazete, birilerinin çıkarları için değil, halkın menfaatleri doğrultusunda, tertemiz (!) şekilde sizlerin karşısında olacak. Esnafın derdine de ortak olacağız, mahallede ki düğünün mutluluğuna da… Altınoluk’ta yaşayan insanların acı ve tatlı gününde yanlarında olacak, bir gazeteden öte, düşündüğünüzden fazla bir vizyon ve misyona sahip bir gazete okuyacaksınız.

Biliyorum, sizde en az bizim kadar heyecanlısınız…

31 Mayıs 2012 Perşembe

PROMPTER VE ERDOĞAN

Başbakanın son zamanlarda yaptığı açıklamalardan sonra aklıma şu soru geldi; ‘biz bu adama bu kadar kızmakta haklı mıyız?’. Haklı olmasına elbette haklıyız da mevzunun daha farklı bir boyutu var. O boyutun ne olduğunu da bilenlerimiz zaten biliyor…

Peki nedir o boyut kısmı…

Başbakan Erdoğan’a ABD’den aldığı direktifleri Türkiye’de uyguladığı için muhalif olanların neredeyse tamamı ‘sövmek’ koşuluyla kızıyor. Haklı veya haksız oldukları konusuna değinmiyorum. Bana göre haksız değiller.

Başbakan’ın prompter vasıtasıyla yaptığı açıklamaların dışındaki söylemlerinin aslında bizi rahatsız etmediğini fark ettim. Dikkatini çekenler elbette olmuştur. Örneğin geçtiğimiz gün başbakanlık binasında THY grevi için sorulan sorulara prompter olmadan yanıt verdi. Söylemleri oldukça uysal ve samimi idi. Prompter olmadan söylediklerine bende katılıyorum. Ne demişti başbakan, ‘bu grev insanlarımıza bedel ödetmektir ve ben bunu savunmuyorum’… Mantıklı ve uysal bir açıklama. Başbakan’ın olağan söylemlerinin sertliğine alışkın olmadığımız için bu söylem hayli yumuşak ve iyi kalpli geldi.

Prompter olayı ise işin ABD boyutu. Belki komplo teorisi belki de gerçeğin ta kendisi. İşin bu kısmı da elbette tartışılabilir. Prompter üzerinden okunan cümleler işin ABD boyutu olduğunu (bana göre) bizlere net bir şekilde gösteriyor. Başbakan ne zaman prompter üzerinden açıklamalar yapsa (o olmadan konuşmuyor da diyebiliriz. Miting meydanları da buna dahil) memleket sathı gerim gerim geriliyor.

Başbakan’ın genç ve dinamik danışman ekibi, yapılacak konuşmayı enine boyuna tartışıp masaya yatırıyor. Söylemi ve gündemi başbakan değil, başbakanın danışman ekibi belirliyor dersek mübalağa etmiş olmayız diye düşünüyorum.

Peki bu genç ve dinamik danışman ekibi, başbakanın okuyacağı bu bilgileri neye göre hazırlıyorlar. Bu konuşmaların içerisinde ABD’den alınan direktifler var mı yok mu? Bunu insanlar merak ediyor. Yazdığım bu yazı bahsini ettiğim konu için benim komplo teorim olabilir. Gelin çıkın bu işin içinden çıkabilirseniz.

Yazıyı biraz bilinçli birazda işin sonunu kestiremediğim için yarım bırakıyorum, lakin mevzunun vahameti memleket nerelere götürür kestiremiyorum!...

14 Mayıs 2012 Pazartesi

FUTBOLUN MALLARI!

Şikeydi şaibeydi derken, play-off maçlarıyla beraber ligi nihayet neticelendirdik. Şampiyon olan Galatasaray’ı kutlamak, ligde ki diğer bütün takımların son düdük itibariyle en büyük görevidir. Sezon boyunca oynadıkları futbolla ligin en iyisi olduklarını hepimize gösterdiler.

Ben neticenin vehametine başka bir açıdan yaklaşmak istiyorum…

Türkiye’de futbol kaynaklı sorunlardan hangisi futbolcunun umurunda. Hepsi ceplerine koydukları milyon eurolara düşünüyorlar. Ligi kaybetmek onlar için 24 saatlik bir adrenalin duygusu o kadar. Ötesi yok. Keşke olsa!

Ligi kazanan takımın oyuncularına şöyle bir göz gezdirin. Örneğin Yekta Kurtuluş. Adam GS bayrağını Saraçoğlu’nun ortasına dikmeye yelteniyor. Stadın güvenlik personelinin müdahelesiyle bu eylemini gerçekleştiremiyor. Yani orada Yekta beyefendi kendisini tatmin edip, taraftara şirinlik yapacak diye yine bir sürü insan birbirine düşecek. GS’liler FB’lilere laf sokacaklar, sokakta sözlü tartışmalar yaşanacak, kavga, dövüş, kan ve revan…

Olayın yönetici boyutuna da bakalım… Memlekette futbolla alakalı yaşanan hadiseler yöneticilerin ne kadar umurunda. Hepsini bu söylmemimin içerisine dahil etmiyorum. Ne kadarının umurunda?!

Örneğin Nihat Özdemir. Eğer Fenerbahçe’de yönetici olmasa TV’lerde bu kadar boy gösterebilir miydi?

Şimdi kalkıpta yok o adamın işi şuydu yok buydu demeyin! İşi gücü ne olursa olsun Fenerbahçe’ye yönetici olmadan bu kadar medyatik değildi en azındna. Aynı şey Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor ve diğer kulüpler için de geçerli. Yöneticilerin çok azı gerçekten takımının armasına sevdalı olduğu için o görevleri üstleniyor. Yönetici olanların çoğu iş hayatlarında daha da ön plana çıkma adına milyon eurolarına futbola aktarıyorlar. Bu anlattıklarımı bilen zaten biliyor da, neden bir icraat ortaya koymuyorlar onu anlamakta güçlük çekiyorum…

Kısacası; futbol öyle çok da atla deve bir mevzu değil. Futbolcular yılda milyonları kazanırken, takımına sevdalı insanların saf gibi yüzlerce binlerce TL’sini kulüplerine vermelerine anlam veremiyorum!

Düşünsenize; kulübün lisanslı formasını aldığım parayla Querasma yılda milyon eurolar kazanacak, gidip o parayla son model arabaya binecek, en güzel evde oturacak, o kadınla yatıp bu kadınla kalkacak, bende evde malak gibi oturacağım. Cepte ne var? Beşiktaş sevdası!

Yok anam yemezler, yememeliler, yememeliyiz…!

10 Mayıs 2012 Perşembe

TWİTTER'I AL-GI-LA-YA-MA-YAN-LAR!

Yıl 2012 ve Türkiye’de hala daha sosyal medyanın gücünün farkına varamayanlar var…

Örneğin Twitter’ı sadece “hakara-makara”dan ibaret sayan binlerce yöneticinin bulunduğu bir memlekette yaşıyoruz…

Bugün Twitter hesabı olan bir kişi, tek başına dünyanın en saygılı, büyük ve kaliteli basın devlerine kafa tutabilecek durumda. Nasıl mı? Örneğin Van depreminin ardından TV’ler de gördüğümüz onlarca resim ilk olarak Twitter üzerinden paylaşılmıştı. Dünya’nın son 2 yılda yaşadığı faciaları şöyle bir gözününüz önüne getirin. Hemen hemen hepsin de Twitter başrol oyuncusu durumda. Çok önemli bir şampiyonlar ligi müsabakası olduğu zaman Twitter’da gündem o maça kilitlenirken, illa ki maçı izlemeniz gerekmiyor. Takipçilerinizin tweetleriyle bağlantılı olarak, dakika dakika maçların gidişatını öğrenebiliyorsunuz. Twitter öyle bir sosyal mecra ki; TBMM’de görüşülen en kritik görüşmelerin “kritikleri” bile Twitter üzerinden yapılıyor.

Hal böyleyken; kendisini sosyal medyadan, özellikle de Twitter’dan uzak tutmak için kılı kırk yaran yöneticilere sahibiz! Yöneticilerden kastım; özellikle siyasiler… Siyasilerimizin yanına gazetecileri de ekleyebiliriz.

Siyasiler ve gazeteciler için (özellikle yereldekiler) bulunmaz bir nimet olan bu Twitter’ı kendileri ne kadar anlayabilmiş durumdalar. Bana göre sayısı oldukça ama oldukça azımsanacak ölçüde!

Bir belediye başkanı Twitter’ın kendisine ve yönettiği kuruma ne katabilir bunu çok iyi düşünmeli. Gerçek manada vatandaşa hizmet götürmek için başkanlık vasfına haiz olan kişi; öyle ya da böyle bu sanal dünyada ki yerini almalıdır. Her vatandaş belediyeye gelip herhangi bir derdini ya da sıkıntısını dillendiremeyebilir. Facebook ve Twitter gibi sosyal iletişim ağları üzerinden de vatandaşın sorunu dinlenebilmeli ve hatta sorun giderilmelidir.
Aslına bakarsanız dünya üzerinde bunun güzel örnekleri de mevcut…

En bildiğimiz örnek sanırım ABD Başkanı Barack Obama’nın seçim süreci içerisinde Twitter’ı aktif olarak kullanması ve seçim zaferi konuşmasın da Twitter’ın etkinliğinden bahsetmesiydi…

Dünya değişiyor… Ve bu değişen dünyaya ayak uyduranlar ve uyduramayanlar olarak ikiye ayrılıyoruz…

Kontenjanlar dolmadan, siz de yerlerinizi almaya başlayın derim…

Aldıysanız da, almayan eş ve dostlarınıza sosyal dünyanın kapısını açabilirsiniz…

Kalın sağlıcakla…

3 Nisan 2012 Salı

VAY ANASINA SAYIN SEYİRCİLER...

GÜM-GÜM-GÜM… ÇED-ÇED-ÇED…

Bunlar vallahi deli… Bunlar vallahi normal değil… Bunlar vallahi çılgın… Bunlar vallahi inatçı… Bunlar vallahi çevre manyağı… Bunlar vallahi antiemperyalist… Bunlar vallahi faşizme karşı omuz omuza… Bunlar vallahi Kazdağları’nı da Marda Dağı’nı da vermezler… Ve bunlar, hem vallahi, hem billahi Atatürkçü…

Kendi deyimleriyle; “Vermücükler!”…

Dün Zeytinli’de, Zeytinli Belediyesi ve GÜMÇED’in beraber organize ettiği, 20’den fazla sivil toplum örgütünün katıldığı, sayısı binleri bulan harikulade bir miting düzenlediler. Emeği geçenlere sonsuz teşekkürler… Helal olsun!….

AKP İLÇE BAŞKANI YÜZÜAK

AKP’nin ulusal ve uluslar arası siyasetine bakıyorum, Başbakan Erdoğan’ın “ileri” demokrasi anlayışına bakıyorum, AKP’nin uyguladığı baskılara bakıyorum, sonra birde dönüyor AKP Edremit İlçe Başkanları Harun Yüzüak’a bakıyorum…

Vallahi şeker gibi adam…

O konuşurken benim içim açılıyor…

O konuşurken huzur doluyorum…

Bir siyasetçi de olması gereken özelliklerin olumlu yönde neleri varsa hepsi Yüzüak’ta mevcut…
Birleştirici…

Güler yüzlü…

Sıcakkanlı…

Uysal…

Ağzı var dili yok vesselam…

Böylesine düzgün birisi nasıl oluyor da AKP’de siyaset yapıyor aklım izanım almıyor… Belki bana kızabilir bunları söylüyorum diye… Zerre umurumda değil… Üyesi olduğu partinin ülke çapında uyguladığı faşizan uygulamalara bir bakıyorum, birde dönüp Yüzüak’a bakıyorum…

Umarım siyasi hayatı, üyesi olduğu partinin adı gibi “AK” değil, soyadı gibi “AK” olur…

ADD ALTINOLUK’UN GENÇLİK YAKINIŞI


ADD Altınoluk Şubesi’nin geçtiğimiz günlerde Güre’de düzenlediği yemeğe katıldım. ADD Altınoluk Şube Başkanı Tümay Ongan beyefendiyle (aynı zamanda hocam olur) ADD’de yapılan çalışmaları vs. konuştuk. Lafı döndürdüm dolaştırdım gençliğe getirdim. ADD’nin Altınoluk’ta ki genç sayısı sordum. Aldığım cevap hayal kırıklığı. Altınoluk’ta 1250’yi geçkin üyesi bulunan CHP’nin gençlik yapılanması bile ADD’nin Altınoluk’ta ki sayısından fazla. Burada Tümay Ongan’a veya yöneticilere suç bulmuyorum. Suçlu birisi varsa, büyük bölümü çocuklarının apolitik yetişmesini sağlayan ailelerdir. Onlara da suçun hepsini yıkmıyorum. 80 darbesi benim kuşağımın değil, o ailelerin kuşağının üzerinden silindir gibi geçti. Varsın geçsin… O zaman askeri olarak yaşanan baskı, bugün daha büyük boyutlarda ve daha endişe verici şekilde sivil olarak karşımızda. Çocuklarınızı evlere hapsetmeyin! Onlar evlere, Facebook’a, Twitter’a hapsoluyorlarsa, siz buna izin vermeyin! Tutun kolundan herhangi bir STK’ya götürün. Örgütlenmeyi öğrensin… Baskıya karşı dik durmayı öğrensin… Hayatın “lay lay lom”dan ibaret olmadığını, atalarının yıllar önce bin bir zor şartlar altında kurduğu ülkesinin bugün nasıl satıldığını ve yabancılara peşkeş çekildiğini öğrensin!...

Malumunuz; bu konuları önceleri eğitim sistemimiz bizlere öğretiyordu. Yeni eğitim sisteminde bunları öğrenemeyecekleri gibi, isterlerse Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in hayatını, isterlerse diğer seçmeli dersleri öğrenecekler…

Peki ya Alevi yurttaşlar… Onlar ne olacak?... Onların çocukları ne olacak!... Bunu düşünen var mı?... Yok!... Vay anasına sayın seyirciler!...

Not: Önce Körfez Gazetesi olarak sosyal medyada da etkinliğimizi sürdürüyoruz. Twitter´da “twitter.com/Oncekorfez Facebook´ta “facebook/öncekörfez ve www.oncekorfez.com dan yerel gündemi anbean bizden takip edebilirsiniz.

Dipnot: 4+4+4 uygulamasında okul öncesi öğretim bitirileceğine göre, birisi rica etsem bana anaokulu öğretmenlerinin hallerinin ne olacağını söyleyebilir mi? Keza benimle birlikte, anaokulu öğretmenleri de kendilerinin ne olacağından bihaberler…

30 Mart 2012 Cuma

NASIL BİR İLÇE BAŞKANI OLMALI…

CHP’nin Balıkesir örgütlerinde seçim heyecanı geçtiğimiz hafta başladı. Cumartesi günü Gömeç kongresi yapılırken ertesi günde Burhaniye örgütü kazasız belasız seçimini gerçekleştirdi.
Balıkesir’de CHP’li kime sorarsanız sorun, en merakla beklediği seçimlerden birisi Edremit’te yapılan olacaktır.

Şuan itibariyle iki kişi adaylığını açıklamış durumda. Bunlardan birisi Kaya Yağcı, diğeri ise Yurt Yıldırım. Mevcut ilçe başkanı Necmi Dönmez’de önümüzde ki günlerde muhtemelen adaylık açıklamasını yapacaktır.

Benim merak ettiğim konu, CHP’nin Edremit örgütüne kimin başkan seçileceğinden çok, bu vasfı yerine getirip getiremeyecek birisinin seçilip seçilemeyeceği.

Yoksa öyle veya böyle birisi ilçe başkanı olacak. Ama vasıfları ne olacak?...

Siyasi kimliği olacak mı olmayacak mı?

Liderlik vasfı var mı yok mu?

Seçildiği takdirde belediye başkanları “otur” dediği zaman oturacak, “kalk” dediği zaman kalkacak mı kalkmayacak mı?

Masaya yumruğunu vurduğunda ses getirecek mi getirmeyecek mi?

Partiyi ileriye götürme adına neler yapacak, var olan potansiyeli de yerin dibine batıracak mı batırmayacak mı?

Bu cak-lar ve cek-ler uzar gider…

15 Nisan günü seçilecek ilçe başkanının işi mevcut ilçe başkanından ve ondan önceki başkanlardan daha da zor olacak. Balıkesir’in Büyükşehir olması konusu almış başını giderken, olası bir durumda beldeler kapanıp Edremit’e bağlandığı takdirde karışacak çadırı toparlayacak, partinin sağa sola savrulmasını önleyecek birisinin ilçe başkanı olması gerekiyor. Yoksa belediye başkanlarının güdümünde birisi seçilecekse, CHP Edremit’te tarihinin en büyük hezeyanlarından birisini yaşayabilir.

CHP’nin ilçe başkanlığı seçimlerine ilişkin merak ettiğim bir diğer konu aday olan isimlerin ne amaçla aday oldukları…

Egolarını tatmin etmek için mi?

CHP gibi marka bir partinin ilçe başkanı sıfatında olmak adına mı?

Laf olsun torba dolsun zihniyetine mensup oldukları için mi?

Belediye başkanlarından direktif aldıklarından dolayı mı?

Yoksa memleketin, partinin ve çocuklarının geleceğini düşündükleri için mi?

Bende merak uyandıran asıl konu bu.

Bostan korkuluğunu da koysanız CHP’ye veya herhangi bir partiye ilçe başkanlığı yapabilir. 15 günde bir parti binasında toplantı yapmakla, STK ve DTÖ’lerin eylemlerine destek vermekle, Çanakkale’ye, Havran’a, Ayvalık’a gezi düzenlemekle, kurultay olduğunda amaçsızca (!) Ankara’ya gidip gelmekle ilçe başkanlığı yapılmayacağının farkındalardır diye düşünüyorum!

CHP’nin iktidarda olduğu beldelerin kapatıldığını ve mevcut belediye başkanlarının ve dışarıdan aday olacak birkaç ismin Edremit’e talip olduklarında ortaya çıkacak hengameyi bir düşünsenize… (Ouvv çok sert!)

Bunun altından kalkacak ilçe başkanında mangal gibi bir yürek, belediye başkanlarının güdümünde olmayan bir karakter ve partinin tabanını dinleyen bir kulak olması gerekecek.

Bekleyip göreceğiz bakalım…

CHP Edremit’in yeni seçilecek ilçe başkanı umarım belediye başkanlarının güdümünde değil, tabanının direktiflerini hayata geçiren karakterde birisi olur. O kişi kim olursa olsun benim gönlüm onunla olacak.

Ve inanın; CHP içinde, Edremit içinde en hayırlısı bu olacaktır.

Not: Geçtiğimiz gün Ayvalık’ta KESK’e yapılan müdahaleden haberiniz vardır diye düşünüyorum. Ankara’ya gitmek isteyen sendika üyelerine polis izin vermiyor. Günümüz dünyasında Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşanan hadiseye bakar mısınız?! Vatandaşın seyahat etme hakkı elinden alınıyor!

Dipnot: Yaklaşık 1 aydır neden köşe yazmadığım sorularına cevap olarak; Önce Körfez gazetesinin Altınoluk temsilciliğinden, Edremit bürosuna transfer oldum. (Çok havalı!) Burada ki yoğun işleyişin oturması ve olaylara adapte olma adına kısa bir ara verdim. Bilginize…

2 Mart 2012 Cuma

BELEDİYE BAŞKANI OLMAK...

Belediye Başkanlarına çoğu zaman üzülüyorum biliyor musunuz?... Evet evet, üzülüyorum. Ne yaparlarsa yapsınlar, ağızlarıyla kuş bile tutsalar kimseye yaranamıyorlar. Yarandıkları birileri mutlaka olsa da, onlarda zaten kendilerinin yalakası olduğu için pek bir önemi kalmıyor.

Örneğin bizim burada ki belediye başkanlarını ele alalım. Partisinin içerisinde bin bir fırtına tufan geçirerek adaylıklarını koyuyorlar. Sonra başlıyor seçim takvimi, koşturmaca, terlemece, yaranmaca! O rakip öyle bu rakip böyle derken bir bakıyorsunuz seçime bir hafta kalmış. Yaptığınız çalışmaların hepsini bir kere daha gözden geçiriyor, en kritik noktalara son hamlelerinizi gerçekleştiriyorsunuz. Yakaladığınız balıklarla yetinmiyor, biraz daha fazlasını istiyorsunuz. Bu sırada sizinle beraber çalışacak olan ekibi de hazırlamaya koyuluyorsunuz.

Gün geldi çattı ve seçildiniz…

Başkanı olduğunuz yerleşim yerinde dolaşırken ne kadar yalnız olduğunuzu hissediyor. Evet, öyle etraflarının yalakalarla dolu olduğuna, her daim şen şakrar olduklarına bakmayın. Belediye Başkanları yalnız adamlardır. Yalnız oldukları kadar egolarına düşkündürler. Salona girdiklerinde ayağa kalkmayan birisini görsünler, mıh gibi yazılır kafalarına. Sokakta yürürken vatandaşın birisi selam vermesin, o gece uyuyamazlar.

Belediye başkanı olmak zor zanaattır vesselam… Herkese şirin görünmeye, herkesi memnun etmeye kendilerini mecbur hissederler. Belediyeye işçi alınacağı zaman kimi nasıl seçsem de herkese eşit olsam diye saçlarını beyazlatır, mahallenin birine hizmet götürürken diğerini ihmal etmemek için tırnaklarını yerler. Geçmiş dönemin borçları belediye başkanları için her zaman en baba söylem kaynağıdır. Belediye’de çalışan personelin açıklarını kapatmakta, futbol takımının hücuma dayalı oynamamasının sitemi de her zaman belediye başkanına gider.

Her açılışta görünmek, görünemiyorsa çiçek göndermek belediye başkanlarının asli görevlerinden birisidir… Hastası olanın yanında, cenazesi olanın evinde, askere gidenin selamında, borcu olanın cebinde olan adamdır belediye başkanı. Bağlı oldukları siyasi partinin ideolojisine uygun hizmet götürmek her zaman fena halde terletmiştir başkanları. Seçildikleri andan itibaren çıkarttıkları rozetlerini tekrar takmamak için derelerden su getirir, olmayacak işlerle makamlarına gelen insanları susuz gönderirler.

Velhasıl çokta özenilecek bir mevzu değildir belediye başkanı olmak. Günümüz şartların iktidar partisinden bu görevi üstlenmiyorsanız şayet, kesinlikle kıyısından bile geçmemeniz gerekir!

Önümüzde ki süreçte Edremit’e bağlı beldelerin kapatılacağı ve ilçeye bağlanacağı konusu aldı başını gidiyor. Muhtemelen gerçekleşecek bu olayın akabinde karışacak çatırda hayatta kalan (!) insanda Edremit’in belediye başkan adayı olacaktır. Şimdiden birçoğu pusuya yatmış ve hamlesini yapmak için hazır kıta bekliyordur. Bu sürecin sonucunda kim kazanacak kim kaybedecek bilmiyorum ama umarım kaybeden partileri olmasın.

Not: Geçtiğimiz Çarşamba günü Edremit Cumhuriyet Meydanı’nda Eğitim İş ve Eğitim Sen temsilciliklerinin “4+4+4” olarak tabir edilen yeni eğitim sistemine karşı basın açıklamaları vardı. Koskoca Edremit’te oraya toplanan bir avuç kalabalığı kutluyor, kendisini solcu ve iktidara muhalefet olarak görenlere ise yuh olsun diyorum!

Dipnot: Siyasi zeminini şahsi çıkarlar üzerine kuran siyasiler bir gün bu arenadan silinip gideceklerdir. Önemli olan; yanlarında kimleri götürecekleridir…

29 Şubat 2012 Çarşamba

KURULTAY NOTLARI...

Kurultaylar partisi yaftasını yiyeli uzun yıllar olan CHP’nin 16. Olağanüstü Kurultayını yerinde izlemek üzere bir gün öncesinden düştük yollara. CHP’nin Balıkesir ve özellikle körfez bölgesi delegasyonunda ki isimlerden birkaç demeç almak için basın bölümünden salona bir girdik ki, salon saatler öncesinden dolmuş, artık taşma noktasına gelmişti.

CHP Balıkesir Milletvekillerinin hepsi ayrı ayrı bölümlerde kurultayı takip ettikleri için ne toplu bir fotoğraf alabildim ne de kurultaya dair birkaç demeç. Aslına bakarsanız o hengâme içerisinde görebildiklerimi fotoğraflamak bile büyük bir sevinç kaynağı oldu benim için. Hani bir söz vardır ya “yaşayan bilir” diye, işte CHP’nin bu kurultayı da aynen o şekildeydi.

Mersin Milletvekili İsa Gök hemen yanımız da CHP’li olduğuna inanmadığım isimler tarafından darp edilmeye çalışılırken, gazeteci refleksiyle makinamım deklanşörüne bastım ardı ardına. O fotoğrafların ne kadar önemli olduğunu ise Hürriyet Gazetesi’nden Zeynep Gürcanlı (Hürriyet Gazetesi Editörü imiş) fotoğrafları kendisine yollamam için mail adresimi istediğinde fark ettim. İsa Gök’e fırlatılan pet şişelerden nasibimi almadığıma şükür ederken kendimi birden bire karmaşanın içerisinde bulu verdim. Bir tarafta İsa Gök’ü korumak için görevli olan polislerin çabası, diğer tarafta mesleklerini icra eden (!) TV muhabirlerinin “ve yine CHP’de yumruklar konuşuyor”, “CHP Mersin Milletvekili İsa Gök saldırıya uğradı” şeklinde ki sözleri arasında attım kendimi kalabalığın dışarısında. Mübalağa etmiyorum, o anda hayatta kalmak cidden önemli bir mevzu haline geldi…

CHP Balıkesir Milletvekilleri Namık Havuçta, Ayşe Nedret Akova ve Haluk Ahmet Gümüş ile birer dakikayı geçmeyecek şekilde konuşma çabasının içerisine girdim ama nafile… O anki atmosferde ne onlar beni duyabiliyorlardı ne de benim onlara soru soracak mecalim kalmıştı. Üçünün de yüzlerinden okuduğum, kurultayının kendilerini fazlasıyla yorduğuydu.

Diğer taraftan Burhaniye Belediye Başkanı Fikret Akova’dan iki çift söz alabilmenin mutluluğunu yaşıyordum. Kurultaya dair umutlu olduğunu ve geleceğin daha güzel olacağını söyledi. Delege sıralarının yukarı bölümünde Akçay Belediye Başkanı Cahit İnceoğlu’nu gördüm. Yanına gidip en azından üç-beş cümle alabilirim düşüncesiyle delege sıralarına doğru hamle yapsam da, Kemal Kılıçdaroğlu’nun koruma duvarını bir türlü aşamadım (İnceoğlu’nun yanına gidebilmek için Kılıçdaroğlu’nun oturduğu bölümden geçmem gerekiyordu).

Altınoluk Belediye Başkanı Hasan Özpolat’ı kurultay boyunca hiç göremedim. CHP Altınoluk Belde Yönetiminden Deniz Onur Özcan ve Ömer Gültekin’le beraber Hasan Özpolat’ı arama çalışmalarımız ise başarısızlıkla sonuçlandı. Daha sonra öğrendiğime göre ise Özpolat delege sıralarının üst bölümünden kurultayı takip ediyormuş.

Bir ara kendimi kurultay salonunun dışarısına attım. CHP Edremit İlçe Başkanı Necmi Dönmez ve Altınoluk Belde Başkanı Musa Karaaslan’ı da orada yakaladım ve her ikisi de kurultaya dönük olumlu mesajlarını iletti.

Tekrar kurultay salonuna girdiğimde ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşması sona ermişti. Görebildiklerim arasında CHP Edremit İlçe Başkan adayı olacaklarını düşündüğüm Kaya Yağcı ve Yurt Yıldırım siyasi kulislerini güçlendirmeye devam ediyorlardı. Bu isimlerin yanında gözüme çarpan ise Mehmet Tüm oldu.

Kurultay bitmeden otobüsümün saati yaklaştığı için salonu terk etmek zorunda kaldım. Salonun dışarısında şans eseri Güre Belediye Başkanı Kamil Saka ve Zeytinli Belediye Başkanı Hasan Arslan’la karşılaştım. Nedenini bilmiyorum ama kendilerini son derece mutlu gördüm. Aslına bakarsanız her ikisinin de yüzü sürekli gülmesine rağmen bu defa farklı bir gülümseme vardı suratlarında. Kendilerine de başarı dileklerimi ilettim sonra ve kurultay salonunun karşısında ki Gençlik Parkı’nda bir bardak demli çayı yudumlarken, Rodrigo’nun gitar konçertosunu eşliğinde otobüsün saatini beklemeye koyuldum.

Not: Kurultay Anadolu Ateşi’nin mükemmel gösteri ile başladı ve “Haydar Haydar” ile izleyenleri kurultay atmosferine çabucak adapte etti. Gelin görün ki, 2 senedir Genel Başkan olan Kemal Kılıçdaroğlu kitleyi heyecanlandıracak kürsü hâkimiyetine bir türlü kavuşamadı.

Dipnot: CHP Genel Merkezi bütün delegelerinin otel masraflarından yeme-içmelerine kadar en ince ayrıntısına kadar muslukları açarken, neden Türkiye’nin dört bir yanından gelen örgütlerine 1 şişe su almayı akıl edemediler merak ettim doğrusu!...

24 Şubat 2012 Cuma

ANASON KOKAN SİYASİ KULİSLER

Balıkesir’in büyükşehir olması durumunda, belde belediyelerin mahalle olma ihtimali son günlerde bazı başkanların eteklerini tutuşturmuş durumda. Körfez bölgesinin hemen hemen her kahvehanesinde konuşulan bir numaralı konu tamda bahsini ettiğim mevzu. Bir kısım siyasilerimiz AKP’nin körfez bölgesini kazanma adına bütün belde belediyeleri kaldıracağını ve hepsine mahalle sıfatını yapıştıracağını konuşuyor. Aslında bakarsanız mevcut kanunda yazan husus bu şekilde; büyükşehir olan illerde ki belde statüleri bağlı bulundukları ilçeye bağlanıyor. Burada biraz da AKP işgüzarlığı yapıyoruz diye düşünüyorum. Zaten AKP gibi kontrolden çıkan bir güç, işi gücü bırakıp bu belediyeleri ilçe yapmak için uğraşmayacaktır! Neyse, asıl konum bu değil…

2014 seçimlerin de belde belediyelerin kapanması durumunda Edremit Belediyesi için adaylık koyma konusunda, atı alan Üsküdar’ı geçme peşinde. Bugün hangi belde belediye başkanına Balıkesir’in büyükşehir olma konusunu sorsanız yakınıyorlar ve olası duruma şiddetle muhalefet ediyorlar. Sizce kaç tanesi beldelerinin merkezden yönetim anlayışına ters geldiği için veya beldelerinin geleceğini düşündükleri için karşı çıkıyor? Veya sizce kaç tanesi ellerinde ki gücü yitireceklerinden dolayı hayıflanıyor, yakınıyor. Yani endişeleri âşık oldukları (!) beldeleri mi? Yoksa âşık oldukları koltukları mı? Bana soracak olursanız bir, bilemediniz iki tanesi beldesinin geleceği açısında bu duruma karşı çıkıyor.

Birbirimizi kandırmanın hiç âlemi yok. Çoğu belde belediye başkanının kafasının içinden geçenleri biliyor ve niyetlerini görüyoruz. Kişisel tespitlerim sonucunda yazdıklarıma muhalefet edecek belde belediye başkanı da olacak olursa ve bana bunu paylaşırlarsa söylediklerini virgülüne dokunmadan bu köşede sizlerle paylaşacağım. Neticede birkaçı hariç hepsinin kafasında mıh gibi yatan gerçek aynen bu…

TUNCAY KILIÇ VE SİYASİ DEDİKODULAR

Edremit Belediye Başkanı Sayın Tuncay Kılıç’ın MHP Edremit İlçe Teşkilatı ile arasının fazlaca limoni olduğunu sağır sultan bile duymuş durumda. Gözünü sevdiğimin siyasi kulislerinde konuşulan konulardan bir kısmını paylaşmak istiyorum sizlerle… 2014 seçimlerinde mahalle olma korkusu yaşamayan Sayın Tuncay Kılıç körfezde ki diğer başkanlara göre biraz daha cool (!) takılmakta bu aralar. Kendisinin bir daha ki seçimlerde MHP’den aday olmayacağı ise iyiden iyiye ayyuka çıkmış durumda. Gerçi burada kendisi MHP’den aday olmak istese bile ne soyunu ve sopunu bıraktığı MHP Edremit İlçe Başkanı Sayın Ahmet Soylu nasıl bir yaklaşımda bulunur orası da muamma durumda. Benim görüşüm, kesinlikle ve kesinlikle bu durumun oluşmaması için büyük gayret göstereceği yönünde.

Konunun bir diğer ayağı ise, Sayın Tuncay Kılıç’ın AKP ile dirsek teması içerisinde olduğu ve epeyce mesafe kat ettiği yönünde. Malum, duyumlarımız siyasi kulislerden edindiğimiz dedikodular sayesinde. Eğer Sayın Tuncay Kılıç aksinin olduğunu, yani AKP ile temas içinde olmadığını söylüyor ise, bunu da yine virgülüne dokunmadan bu köşeden sizlerle paylaşacağım. Bizim buralarının siyasi kulisleri her ne kadar biraz anason kokuyor olsa da, yine de biz gazetecilere epeyce malzeme çıkartıyor. Yazdığım yazılarda hiç kimseyi hedef almadan, duyduklarımı sizlerle paylaşıyorum. Eksik veya yanlış yazdıklarım olduğu takdirde, onları da köşemden düzeltmekten kesinlikle gocunmayacağım.

Kalın sağlıcakla…

NOT: Siyasette fazla hırslı olan insan kesinlikle başarılı olamaz, olamayacaktır, olamamıştır! Arabanın hızı, siyasetin de hırsı adamı paramparça eder. Arabanızı yavaş kullanıp, siyasetinizi de düsturlu icra edin, çok yaşarsınız!...

DİPNOT: Makam mevki sahibi insanlar, halkın parasıyla yapılan yerlere kendi isimlerini veriyorlar ise; onlara megaloman denir, boş adamlardır!

18 Şubat 2012 Cumartesi

A) DÖNMEZ B)YILDIRIM C)YAĞCI D)BAYAN?

CHP’nin Edremit merkez, belde ve köylerde ki delege seçimlerinin bitmesinin ardından şimdi gözler belde ve ilçe seçimlerine çevrilmiş durumda. Belde seçimleri (tahminim) mart ayının 20’sine kadar, ilçe seçimi ise nisan ayının ortalarına doğru sonlandırılmış olacaktır.

İlçe seçimleri ile alakalı olarak, adaylıklarını açıklamamış olsalar bile siyasi kulislerin konuştuğu kişilere şöyle bir göz atalım istedim…

Konuşulan isimlerin başında mevcut ilçe başkanı Necmi Dönmez geliyor. Mahmut Ceylan’ın milletvekilliği adaylığını açıklamış olmasından dolayı istifa ettiği görevine yönetim kurulu arkadaşları tarafından çoğunluk oyunu alarak seçilen Dönmez, seçildiği dönem boyunca yönetim kurulu arkadaşları ile beraber bir tane genel seçim geçirdi. Seçim döneminde göstermiş olduğu performans çoğu insan tarafından takdir edilse de, bazı kesimler tarafından eleştiriye maruz kaldı. Kişilik olarak hiçbir eleştiriyi kendisine yakıştıramayacak olsam da, siyasetin “ayak oyunları”na pek alışkın olmadığı aşikâr durumda… Siyasetini samimi ve örgütle iç içe yapma adına yoğun çaba sarf eden Dönmez’in kulislerde konuşulan rakipleri ise oldukça “dişli” isimler…

Bir diğer isim olan Yurt Yıldırım’da siyasi kulislerle oldukça konuşulan birisi. Yurt Yıldırım bilgi, birikim ve ekip çalışmasına verdiği önemle kendisini daha ön plana çıkartıyor. CHP Edremit örgütünü 3-5 basamak yukarıya çıkaracak önemli projelerinin olduğunu bildiğim Yurt Yıldırım’ın en önemli artılardan birisi ise kadınlara ağırlık verecek olması.

Siyasetin kalbinin attığı yerler olan kulisler bizlere bütün gerçekleri tüm çıplaklığı ile anlatıyor aslına bakarsanız. O kulisin bir diğer “dedikodusu” da CHP Akçay eski Belde Başkanı ve son genel seçimde CHP’den milletvekili aday adayı olan Kaya Yağcı… Körfez bölgesinde ki CHP örgütünde siyaseti en milimetrik hesaplarla yapan iki isimden birisidir aynı zamanda. Herhangi bir göreve talip olmadan önce artılarını ve eksilerini çok kere düşünür ve öyle adım atar. Edremit bölgesinde ki delegelerin telefonları bu aralar sıklıkla çalıyor ise, karşılarına çıkacak isim muhtemelen Kaya Yağcı olacaktır. İşi şansa bırakmadan, plan ve programlı bir çalışma yaparak yoluna devam eden Kaya bey, şayet CHP Edremit İlçe Başkanı olursa Belediye Başkanlarına “eyvallah” çekmeyen ender siyasilerimizden birisi olacaktır.

Ve belki de siyasi kulislerde konuşulmayan, şayet konuşulursa adından çokça söz ettirecek bir diğer isim var. Asıl önemli isim olan o bayanının ismini kendi isteği üzerine özür dileyerek saklı tutmak istiyorum.

Kendi izlenimlerimi siyasi kulislerden edindiğim bilgiler doğrultusunda sizlerle paylaştım. Üzerine basa basa söylemek istediğim asıl konu ise; seçilecek isim kim olursa olsun, kazananın CHP olması! Güçlü bir CHP olmadan genelde de yerelde de siyaset icra etmek tahmin edeceğiniz üzere oldukça zordur…

Umarım; aday olan isimler enerjilerini seçim öncesi ayak oyunlara harcamazlar ve seçimlerin akabinde seçilemeyen isimlerle omuz omuza (!) CHP’yi bir adım daha öteye götürmenin gayreti içerisinde olurlar.

Kalın sağlıcakla…

NOT: CHP Edremit İlçe Başkanı kim seçilirse seçilsin bugünden söylüyorum, yazın bir kenara; umarım Belediye Başkanlarının değil, örgütlerinin “adamı” olurlar…!

DİPNOT: "Tarihin tekerleri hep ileriye ve iyiye doğru döner" Karl Marx...

16 Şubat 2012 Perşembe

CHP VE ELEŞTİRİ ZİHNİYETİ!

CHP’de siyaset icra etmek zordur. Bu durum evvelde de böyle idi, günümüzde de böyle. Kendi kendisine muhalefet ederek defalarca iktidar olmayı kaçıran başka bir parti var mıdır?... Memleket tarihimizin sınırları içerisinde yok. İnsanlar CHP’den farklı bir siyasi algı ve iktidarın alternatifi olma potansiyeli beklerken ne yazık ki her seçimden (genel seçimler) sonra bu durum daha da geriye gidiyor. CHP’de siyaset yapma algısı ve olgusu artık değişmelidir. Parası olmayanların da (!) siyaset üretebileceği bir parti haline dönüşebilme, CHP’nin iktidara yelken açtığı zamanın yaklaştığı anlamına gelecektir.

CHP’nin yönetici kadrolarının anlaması gereken asıl gerçek ise şudur… Barlardan biraz daha fırsat yaratıp halkın arasına girmek, halkın sorunlarını kulak arkası yapmadan içselleştirerek dinlemek ve çözüm üretmek gerekmektedir. Sokakta ki vatandaş CHP’den daha aykırı ve daha farklı, özümseyebilecekleri, kendilerinden bir şeyler bulabilecekleri ve her şeyden önemlisi gerçek temeller üzerine oturtulmuş siyasi sözler, plan ve programlar bekliyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanı olmasının ardından bunu kısmi olarak başaran bir yönetim kadrosu oluşsa da, istenilen durum tam olarak yaratılamamıştır.

Cumhuriyet Halk Partisi büyük, güçlü ve temelleri Kuva-i Milliye’ye dayanan bir partidir. Bu partide en altından en üstüne görev ve sorumluluk sahibi olan insanlarda bunun farkına varmalı ve siyasetlerini o şekilde icra etmelidirler. Bu partide aktif ve önemli bir görev alıp diğer yandan da yakınlarınızı partiden istifa ettirmek bu partiye ve bu partiye oy veren insanlara yapılan en büyük haksızlıktır. Cumhuriyet Halk Partili olmanın bilinci içerisinde, o vizyon ve misyonu taşıyabilecek olan insanlar göreve talip olurlar ise memleket adına daha hayırlı olur diye düşünüyorum.

Bahsini ettiğim konuların haricinde CHP içerisinde aşılması gereken önemli hususlardan biriside “eleştiri mekanizması”dır… Partinin siyasetini, çalışmalarını artı ya da eksi yönde kahvelerde ve ofislerde eleştirmek, diğer partilere karşı kendi partini savunmamakta yine bu partinin kaybetmesini sağlayan en önemli nedenlerden bir tanesidir. Elbette ki herkes “eleştirilebilir”… Yeri ve zamanı geldiğinde Musa Karaaslan’ı da, Necmi Dönmez’i de “eleştirebiliriz” ve “eleştirmeliyiz” de… Örneğin Hasan Özpolat’ı “eleştirmekten” neden çekinmemiz gerekir? Cahit İnceoğlu dokunulmazlık zırhına bürünen bir siyasetçi midir ki “eleştirmeyeceğiz”… Kamil Saka’nın yaptığı hiç hata yok mudur “eleştiriye” mahal verecek… Veya Hasan Arslan’ı “eleştirdiğiniz” zaman sizi arkanızdan sopa ile kovalıyor mu?... CHP’de siyaset yapan aktörlerin en büyük eksiklerinden birisi “eleştiri” yapma tarzlarıdır. Dikkat ettiyseniz eleştiri içeren kelimelerin hepsini tırnak içerisine aldım. Dikkatinizi özellikle bu konuya çekmek istiyorum… Yeri ve zamanı geldiğinde parti içi eleştiri olmaz ise o partiye en büyük kötülüğü yapmış olursunuz.

Eleştirilerinizin nedenlerini sağlam temeller üzerine oturtmuş ve “eleştirmek için eleştirme” zihniyetine mensup değilseniz, eleştirdiğiniz insanlar sizi dinleyecek ve söylediklerinizi dikkate alacaklardır. Şayet dikkate alınmıyor ise o yöneticiden de memlekete hayır gelmez demektir! Bahsini ettiğim konuya en güzel cevabı da aslında Kemal Kılıçdaroğlu vermiştir. CHP Mersin Milletvekili İsa Gök’ün sert eleştirilerini olgunlukla karşılamış, yetkisi olmasına rağmen disiplin mevzuatını işleme koymamıştır. Takdir edilesi ve olması gerek budur aslında…

Kısacası; CHP, yerelde bazı şeyleri değiştirmek için siyasetini biraz daha olgunlaştırmalıdır. Özellikle körfez bölgesinde gün geçtikçe daha da büyüyen siyasi bir yapıya kavuşurken bu hususa parti yöneticilerinin dikkatini çekmek istiyorum. Vatandaşa hizmet götürmek için olmazsa olmaz kurum “siyaset kurumu”, siyaset kurumunun olmazsa olmazı da “eleştirilmeye” açık olabilmektir.

Unutmadan; eleştiri her zaman olumsuz şekilde de yapılmaz… Olumlu yapılan işlerin karşılığı da “pozitif eleştiri”dir… Kalın sağlıcakla…

NOT: Yerel siyasilerimizi de siyasetin “mıh” gibi attığı ortam olan Twitter sahnesine bekliyoruz…

DİPNOT: ‎"Adalet; güçlünün değil, haklının yanında olmaktır"... (Mesaj yerine gitmiştir…)

10 Şubat 2012 Cuma

CHP VE ELEŞTİRİ ZİHNİYETİ!

Gün geçmiyor ki CHP’de hareketli saatler yaşanmasın, gün geçmiyor ki CHP’nin siyasi aktörleri “siyaset harici” bir şeyler söylemesin. Cumhuriyet Halk Partisi’nde Önder Sav ve onun yerel siyasi kopyalarının siyaseti bırakmaları artık şart (!) haline gelmiştir. Kemal Kılıçdaroğlu veya lider olmaya aday diğer insanları elbette tartışabiliriz. Fakat bir Deniz Baykal veya bir Önder Sav tartışması CHP’ye % 5’in üzerinde oy getirmez! Bu, aşikardır…!

CHP’nin yönetici kadrolarının anlaması gereken asıl gerçek ise şudur… Barlardan biraz daha fırsat yaratıp halkın arasına girmek, halkın sorunlarını kulak arkası yapmadan içselleştirerek dinlemek ve çözüm üretmek gerekmektedir. Sokakta ki vatandaş CHP’den daha aykırı ve daha farklı, özümseyebilecekleri, kendilerinden bir şeyler bulabilecekleri ve her şeyden önemlisi gerçek temeller üzerine oturtulmuş siyasi sözler, plan ve programlar bekliyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanı olmasının ardından bunu kısmi olarak başaran bir yönetim kadrosu oluşsa da, istenilen durum tam olarak yaratılamamıştır.

Cumhuriyet Halk Partisi büyük, güçlü ve temelleri Kuva-i Milliye’ye dayanan bir partidir. Bu partide en altından en üstüne görev ve sorumluluk sahibi olan insanlarda bunun farkına varmalı ve siyasetlerini o şekilde icra etmelidirler. Bu partide aktif ve önemli bir görev alıp diğer yandan da yakınlarınızı partiden istifa ettirmek bu partiye ve bu partiye oy veren insanlara yapılan en büyük haksızlıktır. Cumhuriyet Halk Partili olmanın bilinci içerisinde, o vizyon ve misyonu taşıyabilecek olan insanlar göreve talip olurlar ise memleket adına daha hayırlı olur diye düşünüyorum.

Bahsini ettiğim konuların haricinde CHP içerisinde aşılması gereken önemli hususlardan biriside “eleştiri mekanizması”dır… Partinin siyasetini, çalışmalarını artı ya da eksi yönde kahvelerde ve ofislerde eleştirmek, diğer partilere karşı kendi partini savunmamakta yine bu partinin kaybetmesini sağlayan en önemli nedenlerden bir tanesidir. Elbette ki herkes “eleştirilebilir”… Yeri ve zamanı geldiğinde Musa Karaaslan’ı da, Necmi Dönmez’i de “eleştirebiliriz” ve “eleştirmeliyiz” de… Örneğin Hasan Özpolat’ı “eleştirmekten” neden çekinmemiz gerekir? Cahit İnceoğlu dokunulmazlık zırhına bürünen bir siyasetçi midir ki “eleştirmeyeceğiz”… Kamil Saka’nın yaptığı hiç hata yok mudur “eleştiriye” mahal verecek… Veya Hasan Arslan’ı “eleştirdiğiniz” zaman sizi arkanızdan sopa ile kovalıyor mu?... CHP’de siyaset yapan aktörlerin en büyük eksiklerinden birisi “eleştiri” yapma tarzlarıdır. Dikkat ettiyseniz eleştiri içeren kelimelerin hepsini tırnak içerisine aldım. Dikkatinizi özellikle bu konuya çekmek istiyorum… Yeri ve zamanı geldiğinde parti içi eleştiri olmaz ise o partiye en büyük kötülüğü yapmış olursunuz.

Eleştirilerinizin nedenlerini sağlam temeller üzerine oturtmuş ve “eleştirmek için eleştirme” zihniyetine mensup değilseniz, eleştirdiğiniz insanlar sizi dinleyecek ve söylediklerinizi dikkate alacaklardır. Şayet dikkate alınmıyor ise o yöneticiden de memlekete hayır gelmez demektir! Bahsini ettiğim konuya en güzel cevabı da aslında Kemal Kılıçdaroğlu vermiştir. CHP Mersin Milletvekili İsa Gök’ün sert eleştirilerini olgunlukla karşılamış, yetkisi olmasına rağmen disiplin mevzuatını işleme koymamıştır. Takdir edilesi ve olması gerek budur aslında…

Kısacası; CHP, yerelde bazı şeyleri değiştirmek için siyasetini biraz daha olgunlaştırmalıdır. Özellikle körfez bölgesinde gün geçtikçe daha da büyüyen siyasi bir yapıya kavuşurken bu hususa parti yöneticilerinin dikkatini çekmek istiyorum. Vatandaşa hizmet götürmek için olmazsa olmaz kurum “siyaset kurumu”, siyaset kurumunun olmazsa olmazı da “eleştirilmeye” açık olabilmektir.

Unutmadan; eleştiri her zaman olumsuz şekilde de yapılmaz… Olumlu yapılan işlerin karşılığı da “pozitif eleştiri”dir… Kalın sağlıcakla…

NOT: Yerel siyasilerimizi de siyasetin “mıh” gibi attığı ortam olan Twitter sahnesine bekliyoruz…

DİPNOT: ‎"Adalet; güçlünün değil, haklının yanında olmaktır"... (Mesaj yerine gitmiştir…)

8 Şubat 2012 Çarşamba

BAŞARAN: “ÇIRAKLIK VE KALFALIK DÖNEMİ BİTTİ, SIRA USTALIK DÖNEMİNDE”

35 yaşında olmasına rağmen siyasetin genç isimlerinden birisi olan Sinan Başaran bugünkü konuğumuz. MHP Altınoluk Gençlik Kolları ve Edremit Ülkü Ocağı Başkanlığı görevlerinin ardından şuan Küçükkuyu’ya da yeniden yapılanan teşkilatlanmaya yardımcı olduğunu söylüyor. Siyasetin çıraklık ve kalfalık dönemini halkın teveccühü ile geçtiğini, sıranın ustalık dönemine geldiğini ve bu dönem içinde bilgi ve birikimini Küçükkuyu’da ki yapılanmaya ayırdığını belirtiyor. Siyasette ki hedefleri ve sağ cenahın jargonları üzerine samimi cevaplar veren Başaran’a samimiyetinden dolayı teşekkür ederek söyleşimize geçiyorum…

Soru: Altınoluk MHP Gençlik Kolları Başkanlığı daha sonra Edremit Ülkü Ocakları Başkanlığı… Sinan Başaran’ın bundan sonraki siyasi hedefi nedir?

Cevap: Açık konuşmayı seven bir insan olduğum için bugün rahatlıkla cevap vereceğim sorularınıza ilk önce onu söylemek istiyorum. MHP Altınoluk Gençlik Kolları Başkanlığı görevine de, Edremit Ülkü Ocağı Başkanlığı görevine de açık söylemek gerekirse isteyerek gelmedim. Netice itibariyle bu görevleri üstlendikten sonra da tabi ki görev ve teşkilat bilinci içerisinde sorumluluklarımızı eksiksiz yerine getirmek için bütün gücümüzle çalışma ortaya koyduk. Bundan sonra ki süre içerisinde de şu veya bu görev diye bir düşüncem an itibariyle yok ama tabi gönlümüzden geçen görevler, makam ve mevkiler elbette var. İçinde bulunduğumuz kurum siyaset kurumu ve zaman ne gösterir, an itibariyle siyasi oluşum nasıl olur ve hangi göreve talip oluruz veya partimiz bize hangi görevi verir bunu zaman gösterecek.

Soru: MHP Altınoluk Gençlik Kolları Başkanlığının ardından Edremit Ülkü Ocağı Başkanlığı görevini üstlendiniz. Kamuoyu tarafından takdir edilirken bu görevinizden neden ayrıldınız? Ya da ayrıldınız mı veya görevden mi alındınız?

Cevap: Edremit Ülkü Ocağı Başkanlığı görevini 11 ay boyunca onurlu bir şekilde yürüttüm. Başarılı olup olamadığımız muhakkak ki sizin ve halkımızın takdiridir. Görevi bırakma konusuna gelince de o zamanki siyasi yapı içerisinde olması gereken oldu diyebilirim. Demek ki hayırlısı böyleymiş diye yorumluyorum… Edremit’te ki siyasi yapıya baktığım zamanda oradaki misyonumun tam zamanında bittiğine inanıyorum. Aynı zamanda Edremit’te ki mevcut hararetli siyasi gündem içerisinde bulunmamamda şahsım adına olumlu olduğu kanaatindeyim. Ayrıca kamuoyundan kiminle konuşsam onlarda bu söylediğimi bana aktarıyorlar.

Soru: Görevden alınıp alınmadığınızı tam olarak cevabınız içerisinde anlayamadım. İstifa mı ettiniz yoksa görevden mi alındınız? Sonucunda kırgınlığınız var mı?

Cevap: Yani belirttiğim gibi o günkü siyasi gelişmeler içerisinde şahsım hakkında görevden alınmam şeklinde bir yaklaşım oldu. Ben tabi bu karara da saygı duyuyorum. Kırgınlık konusuna gelince, kırgınlık demek doğru değil belki ama gönül burukluğumuz o zaman olmuştu ama artık üzerinden 2-2.5 aylık bir süreç geçti ve olgunlukla karşılıyorum. Siyaseten hiç kimseye en ufak bir kırgınlığım yok.

Soru: Sayın Başaran Edremit Ülkü Ocağı Başkanlığınızın ardından şuanda herhangi resmi bir göreviniz yok fakat izlediğim kadarıyla Küçükkuyu’da ki teşkilat yapılanmasına yardımcı oluyorsunuz. Küçükkuyu’da ki faaliyet nedir bunu biraz öğrenebilir miyiz sizden?

Cevap: Çırak-Kalfa-Usta olgusu vardır bildiğiniz gibi. Çıraklık dönemimizi Altınoluk’ta, kalfalık dönemimizi Edremit’te geçirdik ve şimdi bilgi birikimimizi yani ustalık dönemimizi Küçükkuyu’da ki gençlerimize aktarmaya çalışıyoruz. Orada yeni bir binaya taşındı teşkilatımız. Badana boya vs. işleri için elimden geldiğince yardımda bulunuyorum fakat resmi bir görevim yok. Küçükkuyu teşkilatımız şahsımın her zaman yanında olmuşlardır. Siyaset birazda vefa gerektirir diye düşünüyorum… Siyasette yükselme olduğu gibi iniş dönemleri vardır. Kendimi an itibariyle iniş döneminde görmüyorum fakat her zaman yanımda olan Küçükkuyu teşkilatımıza yardımcı olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.

Soru: Son günlerde röportaj gerçekleştirdiğim bütün siyasi kişilere sorduğum soruyu size de soracağım. Balıkesir’in büyükşehir olması durumunda Altınoluk’un ilçe olma konusu ya da Edremit’e bağlanması gündemde. Sizde Altınoluk’un ilçe olması yönünde özellikle sosyal medyada çalışmalar yürütüyorsunuz. Sizce Altınoluk ilçe olacak mı?

Cevap: Pazartesi günü Altınoluk Belediye Başkanı Sayın Hasan Özpolat’ta yaptığınız röportajda sayın başkanın manşete taşınan cümlesine katıldığımı söyleyerek başlamak istiyorum. Başkanında dediği gibi Altınoluk ilçe olmayı çoktan hak etmiştir kanaatindeyim. Bireysel olarak sosyal medyada özellikle Facebook üzerinden bu anlamda birkaç kampanyada başlattım. Kamuoyunun da genel görüşü Altınoluk’un ilçe olmayı hak ettiği ve olması gerektiği yönünde. Nüfus bakımından, fiziki açıdan, beldemizde ki banka sayısı, okul sayısı, sağlık hizmeti olarak ve daha ekleyeceğimiz birçok nedenden ötürü bu sıfata haizdir diyebilirim. Benim her zaman söylediğim bir söz var; Altınoluk’un bir Alanya’dan hiçbir eksiği yoktur. Hatta eksiği olmadığı gibi fazlası bile mevcuttur. Altınoluk’un ilçe olma konusu sadece Balıkesir’in büyükşehir olma durumu gündeme geldiğinde tartışılmaya başlamadı. Bu tartışmaların ve fikrin geçmiş yıllardan itibaren gelen bir evveliyatı da var. Şahsım olarak Altınoluk’un ilçe olması konusunda yapmam gereken çalışma ne ise onu yapmaya devam edeceğim.

Soru: MHP Edremit ilçe teşkilatının son kongresinde Edremit Belediye Başkanı Tuncay Kılıç’ın bir çıkışı oldu ve bu çıkış gündemi epeyce meşgul etti. Edremit Ülkü Ocakları eski başkanı olarak siz bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

Cevap: İlk önce şunu belirtmek istiyorum; bahsini ettiğiniz kongre gerçekleştiğinde ben Edremit Ülkü Ocakları Başkanı değildim. O tarihte görevden ayrılmıştık. Tabi sürecin dışında da olmak istedim açıkça söylemem gerekirse. Şuanda da sürecinde dışarısındayım ama şunu söylüyorum; Tuncay Kılıç Edremit Belediye Başkanımdır, Ahmet Soylu’da İlçe Başkanımdır ve ikisine de saygım vardır. Kongre sürecinde de delegelerimiz kime teveccüh gösterdi ise boynumuz kıldan incedir. Partililerimizin de durumu böyle yorumlaması gerektiğini düşünüyorum.

Soru: Körfez bölgesinin genç siyasi liderlerinden birisi olduğunuz için sormak istiyorum… Bölgemizde ki partilerin gençlik yapılanmalarını yeterli görüyor musunuz? Yoksa daha aktif olunmalı düşüncesinde misiniz?

Cevap: İlk önce şunu iyi idrak etmek gerekiyor. 20-30 sene önceki kuşakla şimdiki kuşak aynı değil. Aynı şekilde o zamanlarda ki siyasi yapı ile günümüz siyasi yapıları da aynı değil. Günümüz gençlerinin ve körfezde ki partilerin gençlik yapılanmaları bana göre olması gerekenin altındadır. Burada sadece gençlerimizi de suçlamak istemiyorum. Kuşak çatışması ve farkı itibariyle günümüz gençleri asosyal yetişiyorlar ve bunun en büyük olumsuz yansıması da siyaset kurumuna oluyor. Gençlerimizin siyasetin içerisinde daha aktif olması, o veya bu partide görev almaları içinde kendilerine gerekli koşulların yaratılması gerektiğine inanıyorum. Gençlerimizin siyasetin içerisinde ne kadar aktif olurlarsa siyaset kurumu da o derece temiz olacaktır diyebilirim.

Soru: Ülkü Ocakları Başkanıyken ve sonrasında sosyal medyayı, özellikle Facebook’u aktif şekilde kullanıyorsunuz. Sizin için “Facebook Ülkü Ocakları Başkanı” tarzında bir yakıştırma yapılmıştı yanlış hatırlamıyorsam. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Cevap: İlk önce şunu söylemek istiyorum, bu eleştirileri yapanlar vizyonsuz kişilerdir. Günümüz artık sosyal bir dünya ve teknoloji hayatımızın her alanına girdi. Bende bu durumdan kaçmak yerine ona ayak uydurmayı tercih ettim ve özellikle Facebook olmak üzere Twitter ve çeşitli sosyal mecralarda zamanım olursa bulunuyorum. Bahsini ettiğiniz eleştirileri yapan insanlara ise sadece gülüyorum. Bugün ülkemizi yöneten siyasi liderlerin birbirlerine Twitter üzerinden cevap vermeleri, körfezde ki belediye ve parti başkanlarımızın Facebook gibi mecraları kullanmaları yanlış (!), şahsıma bu eleştirileri yönelten isimlerin söyledikleri doğru!... Böyle bir düşünceye karşıyım ve sadece eleştiri yapma adına söylenen ucuz kelimeler olduğunu düşünüyorum.

Soru: İlk sorularımdan birisi siyaseten bundan sonraki hedefleriniz üzerineydi… Facebook üzerinden size gelen sorular içerisinde en yoğun şekilde olanı belediye başkan adaylığı veya milletvekilliği adaylığı düşünceniz olup olmadığı yönünde?

Cevap: Yaptığınız her işin içerisinde en iyisini yapma gayretinde olmak gerek diye düşünüyorum. Yani örneğin ticaretle uğraşıyorsanız bir gün Sakıp Ağa (Sabancı) olacağım diyebilmelisiniz. Siyasetle uğraşıyorsanız da bir gün Köşk’te olmalıyım demek hiçte azımsanmamalı diye düşünüyorum. Siyaseti meslek haline getirmeden çıtanızı sürekli yükseltmekte olması gerekendir. Böyle düşünen ve bunu icraata koyan insanlar zaten memlekete faydalı olmuşlardır. Bende bundan önceki görevlerimi layıkıyla yerine getirdiğimi halkımızdan aldığım teveccühle görüyorum. Belediye başkanlığı veya milletvekilliği adaylığı ise günün koşullarına göre gelişecek hadiselerdir. Zamanı geldiğinde partimiz ve halkımız, yani bağlı bulunduğum halk kitlesi bize böyle bir istek ile gelirse elbette memleketimize hayırlı olması adına her türlü görevi en iyi şekilde temsil etmeye talip oluruz.

Soru: Ülkücü camia içerisinde “Reis” diye bir tabir vardır. “Reis” kime denir ve neden bu şekilde hitap ediyorsunuz?

Cevap: (Gülerek) Bu kelime yıllardan beri çok karmaşık bir hale geldi aslına bakarsanız. Önceleri belediye başkanlarına “belediye reisi”, Cumhurbaşkanlarına da “reis-i cumhur” diye hitap edilirdi. Kelime kökeni itibariyle de Osmanlıcadır zaten… “Reis” kelimesi aynı zamanda kutsal bir kelime olduğu için herkese söylenmesini de doğru bulmuyorum. Bizim gençlerimizde de böyle bir moda oluştu yıllardan beri. Birbirlerine “reis” diye hitap etmek onların hoşlarına gidiyor bizde abartıya kaçmadığı ve kelimenin anlamını düşürmediği sürece buna müsaade ediyoruz.

Soru: Özellikle sağ cenahta biat kültürünün fazlaca olduğunu görüyoruz. Biat etmekten ve kendinize biat edilmesinden hoşlanıyor musunuz yoksa bu teşkilatlanmanızın içerisinde mi var? Demokrasiye inanan insanların biat kültüründe yetişmesi sizce ne kadar doğru?

Cevap: Şimdi bizde şöyle bir durum vardır. Örneğin başkan sıfatında ki birisi bir odaya giriyorsa oradaki diğer partili ve ocak mensuplarımız ayağa kalkarlar. Veya başkanla görüşecekseniz kendisiyle görüşeceğiniz süre boyunca saygı düsturunu elden bırakmamak bizim teşkilatlanma yapımızın içerisinde vardır. Biat, nedense sağ cenah haricinde kötü bir şekilde algılanıyor ama özünü indiğinizde birlik, beraberlik ve sadakat içermektedir. Şartsız ve koşulsuz biat etmek bizim ideolojimizin de olmazsa olmazıdır. Yine bizim teşkilatlanma yapımız içerisinde görev alınmaz, verilir. Bunu da biat kültürüne örnek olarak verebiliriz. Biat etmenin amacını kötü kullanmadığımız sürece faydaları olan ve çoğulculuğu sağlayan önemli bir olgudur.

Soru: Sayın Başaran, Ülkü Ocakları dendiğinde benim aklıma neden kavga olduğunda birlik olunacak yer geliyor. Ülkü Ocaklarında ne yapıyorsunuz, ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz?

Cevap: Ülkü Ocaklarının teşkilatlanması ve çalışması bazı kişiler tarafından olumsuz olarak kullanılmıştır. Bunu zaten inkâr etmiyoruz. Fakat şöyle bir durumda söz konusu; örneğin Başkan olduğum dönemde Edremit Ülkü Ocağında onlarca sosyal aktivite organize ettik. Kitap okuma alışkanlığından satranç turnuvasına kadar. Son çalışmamızdan biriside engelli vatandaşlarımız için mavi kapak toplama kampanyasıydı. Ülkü Ocakları denildiği zaman kavganın ve şiddetin olduğu yerler şeklinde bir algının olduğunu da biliyorum. Özellikle Genel Başkanımız Devlet Bahçeli’nin direktifleri doğrultusunda son yıllarda bu algıyı büyük ölçüde yıktığımıza da söyleyebilirim. Ocak mensubu bir gencimizle ilgili haklı olduğu yerde mağdur duruma düşüyorsa elbette yanında oluyoruz ama bunu şiddetle çözme eğilimine girmiyoruz. Haksız bir konuda karşımıza geldiği takdirde kendisini önce biz uyarıyoruz.

Soru: Başbakan Erdoğan’ın dindar gençlik yetiştirme üzerine bir açıklaması oldu. Siz Başbakan’ın söylemine katılıyor musunuz? Sizce Türkiye’de “dinsiz” bir gençlik mi yetişiyor?

Cevap: Sayın Başbakan’ın o açıklamada söylemek istediğinin biraz yanlış algılandığını düşünüyorum. Cümleyi başka yönlere çekmeden baktığınız zaman söylenen cümlenin altına ben yüz defa imzamı atarım diyebilirim. Elbette burada Sayın Başbakan’ın söylediği sözü iyi irdelemek gerektiği kanaatindeyim. Sözü sadece dindar bir gençlik yetiştirmenin ötesinde farklı imalarla söylediyse ki buna inanmıyorum, o halde tartışmaya açık olduğunu söyleyebiliriz. Sayın Başbakan’ın söylediği söze ek olarak, Türk gençliği aynı zamanda kitap okuyan, araştıran ve sorgulayan, vatanına-milletine koşulsuz bağlı, Atatürk’ün ilke ve inkılaplarının ışığından ayrılmadan da yetişmelidir diye düşünüyorum.

Soru: Son olarak sizin eklemek istediğiniz bir konu var mı?

Cevap: Güzel bir sohbet oldu. Sorularınız ve samimiyetiniz için teşekkür ediyorum.

Okay ÖNDER

6 Şubat 2012 Pazartesi

ÖZPOLAT: "ALTINOLUK İLÇE OLMAYI ÇOKTAN HAK ETMİŞTİR!"

Altınoluk Belediye Başkanı Hasan Özpolat’la belde de yapılan çalışmalar, Altınoluk’un ilçe olması ve bu yönde ne gibi çalışmalar yürüttüğü, Altınoluk’ta ki siyasi konjonktür, delege seçimlerine olan yorumu ve boş zamanlarını nasıl değerlendirdiği ve daha birçok konu üzerine detaylı ve güzel bir röportaj gerçekleştirdik.

Soru: Belediye Başkanı seçildiğiniz tarihin üzerinden yaklaşık olarak 3 yıl geçti. 3 yıla baktığınızda çalışmalarınızı nasıl yorumluyorsunuz?

Cevap: Yaptığım çalışmaları saymaya kalkarsak gazetenin sayfaları yetmeyecektir. Geçmiş 3 yıla dair şöyle bir gözlemimi de söylemek istiyorum. 3 yılda insanları tatmin edecek öyle güzel işler yaptık ki, artık proje açıkladığımızda vatandaşlarımızda heyecan oluşmuyor. Bunun nedeni de şudur; Hasan Özpolat 3 yıl içerisinde verdiği sözleri tutmuş, başladığı işleri bitirmiştir. “Başkan nasılsa bunu da yapar” veya “Başkan yapıyorsa Altınoluk’umuzun için hayırlı bir iştir” gibi bir algı oluştu. Tabi vatandaşlarımızın bu şekilde bir yaklaşımda bulunması şahsım olarak beni ve bütün belediye personelimizi onurlandırıyor. Aynı zamanda bu çalışmalar bize yeni sorumluluklar da yüklüyor. Önümüzde ki 2 sene içinde başladığımız çalışmaları bitirmek ve yeni çalışmalara başlamak şuan için hedefimiz. Köy yolu yapımı, derelerin ıslah çalışması, parke taşı döşemeleri, Şahindere projesi, kapalı spor salonu, kordon projesi, öğrencilere ücretsiz servis, okullarımıza yaptığımız tadilatlar ve gereksinimlerinin karşılanması, camilere yaptığımız tadilatlar, ihtiyaç sahibi aileler için açtığımız yardım evi ve daha bir sürü çalışma ortaya koyduk. Ben seçildiğim zaman arkadaşlarımıza şunu söyledim; ekip olarak sözle konuşmayalım, biz susalım icraatlarımız zaten konuşacaktır şeklinde. Bugün de bu sözüm geçerli.

Soru: Özellikle Altınoluk’u yakından ilgilendiren bir soru sormak istiyorum. Balıkesir’in büyükşehir olma ihtimali ve Altınoluk’un da Edremit’e bağlanması yönünde. Sizin bu konuda ne gibi çalışmalarınız oluyor. Altınoluk’un ilçe olacak mı?

Cevap: Balıkesir’in büyükşehir olması için tarafsız bir gözle baktığınız zaman haklı bir nedeninin olmadığını görüyorsunuz. Şehirlerin büyükşehir olmasına karşı bir insan değilim, şehirlerimizde ki karmaşıklığa ve keşmekeşliğe son vermeliyiz ama Balıkesir’de böyle sorun var mı bunu iyi yorumlamayız düşüncesindeyim. İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in veya Bursa’nın büyükşehir olmasını anlayabiliriz fakat Balıkesir için o durumun oluşmadığı kanısındayım. Bizim yaptığımız çalışmalara gelince özellikle Altınoluk Kent Konseyi olarak bir çalışma yürütüyoruz. Konseye bağlı olan kurumlarımız rapor hazırlıyorlar ve bunun değerlendirmesini yapıp ortak bir rapor hazırlayacağız. Altınoluk her alandan baktığınızda ilçe olmayı hak etmiştir bir beldedir. Büyükşehir konusu gündeme gelmeden öncede bu konuşuluyordu ve şimdi Altınoluk herhangi bir ilçenin mahallesi olursa bu durum beldemizde yaşayan insanlarımıza yapılmış bir haksızlık olur. Olayı bu yönüyle de ele almamız gerekiyor. Beldemizim nüfusu, banka sayımız, alt ve üst yapı olanaklarımız, okullarımızın sayısı, yüzölçümü bakımından durumumuz bunların hepsi değerlendirildiğinde Altınoluk Türkiye’de ki birçok ilçeden fazla hak etmiş durumdadır zaten. Ben dediğim gibi girişimlerime çok önceden başladım ve bu girişimlerim devam ediyor. Sonuç ne çıkarsa çıksın Altınoluk’ta çalışmalar bütün hızıyla devam edecek ve bizler ilçe olacakmışız gibi bundan önce nasıl çalışıyorsak bundan sonrada aynı azimle ve hırsla çalışmalarımıza devam edeceğiz.

Soru: Geçtiğimiz cumartesi günü partiniz olan CHP’nin delege seçimleri gerçekleştirildi. Siz seçimleri ve çıkan sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap: Bu seçimde gençlerimizin ve bayanlarımızın ön planda olması beni son derece mutlu etmiştir ama seçimin kazananı demokrasidir. “Demokrasi kazandı” söylemini rahatlıkla ifade edebilirim. 3 yıldır demokrasinin oturması adına verilen mücadelede pay sahibi birisi olarak bu emeklerin karşılığını almak beni son derece mutlu etmiştir. İnsanların özgürce, hiçbir baskıya maruz kalmadan gidip oylarını kullanmaları bu seçimler adına söyleyeceğimiz en önemli husustur. Şölen havasında geçen seçimin gidişatında en ufak bir taşkınlığın ve tatsız olayın yaşanmaması da aslına bakarsanız benim bu söylediklerimi doğrular nitelikte. Partili bayanlarımızın azımsanamayacak ölçüde oy almaları, gençlerimiz adeta listeyi istila etmesi yine bu duygularıma ekleyeceğim önemli hususlardır. Seçimler gerçekleşmeden önce arkadaşlarıma şunu söylüyordum, sonuç ne olursa olsun demokrasi ve CHP kazansın. An itibariyle de karşı karşıya olduğumuz tablo budur. Balıkesir’de CHP’nin amiral gemisi sıfatında olan bir örgüte de yakışan buydu diye düşünüyorum. Uzun zamandır bu özlemi yaşayan partililerimize de bu duyguları yaşatan başta Başkanımız Musa Karaaslan ve yönetim kurulunda ki bütün arkadaşlara şükranlarımı sunuyorum.

Soru: Delege seçimlerinin bitmesinin akabinde yakın bir zamanda ilçe başkanlığı seçimi gerçekleştirilecek. Belediye Başkanı olarak değil de, sade bir üye sıfatınızla soruyorum, gönlünüzde yatan ilçe başkanı profilini çizer misiniz?

Cevap: (Gülerek cevap veriyor) O profili çizersem kendi profilimi çizmem gerekecek. Şaka bir yana, memleketimiz adına bundan sonra ki süreç oldukça zorlu geçecek. Siyaset bir ekip işidir ve ben burada ilçe başkanının kendisinden öte, ekibinin önemine vurgu yapmak istiyorum. Benim arzum, Genel Başkanımız Sayın Kemal Bey’in “Halkın İktidarı” söylemine ayak uyduracak, genç, dinamik, bayanlarımızın azımsanacak ölçüde olmayacağı, kişisel çıkarları bir kenara bırakıp partinin ve memleketin çıkarlarını ön plana çıkartacak bir başkan ve yönetim şeması CHP’nin Edremit ilçesine yakışan ekip olacaktır. Bundan öncede anlattığım şekilde yönetimler gelmiştir. Mevcut başkan ve yönetici arkadaşlarımda hepsi değerli insanlardır ve partimize emekleri geçmiştir. Sorunuzun karşılığı olan cevabım bu şekilde…

Soru: Kapalı Spor Salonu Altınoluk’ta yaşayan gençlerin heyecanla beklediği bir proje. Bu proje şuan ne aşamada ve aktif hale ne zaman gelecek?

Cevap: İlk önce şunu söyleyerek başlamak istiyorum. Kapalı Spor Salonu projemiz devletten tek kuruş almadan kendi öz kaynaklarımız ve beldemizde yaşayan iş adamı Cevdet İnalkaç’ın destekleriyle hayata geçiriliyor. Salonun kaba inşaatı neredeyse bitti ve 2012 yılı içerisinde açılışımızı gerçekleştirmek şuan ki hedefimiz.

Soru: Sayın Başkan en önemli projelerinizden birisi olan, hatta en önemlisi sayabileceğimiz kordon projeniz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Bu projenizle ilgili olarak sert muhalefette yaşıyorsunuz ama bir toplantıda ben “bu projeyi hayata geçireceğim” şeklinde iddialı bir cümle kurmuştunuz?

Cevap: İddia olmadan siyaset, siyaset olmadan da icraat ortaya koyamazsınız. Hayatımın her döneminde iddialı oldum. Gerçekleştirdiğim başarıların birçoğu iddialı olmamdan kaynaklanıyor. Sorunuza geçecek olursam. Kordon projesi olarak tabir ettiğimiz proje Altınoluk çehresini değiştirecek ve geleceğe umutla bakmasını sağlayacak projedir. Projeye muhalefet edenlere elbette saygı duyuyorum fakat beni üzün asıl konu şu; bu proje benim dönemimden öncede gündemdeydi ve hatta o zaman Akçam
Otel’in orada ki sahilden Şahinderesi’ne kadar uzanıyordu. Şimdi muhalefet eden çevreci arkadaşların aklı o zaman neredeydi sormak istiyorum. Hasan Özpolat Altınoluk’un yararına çalışmalar yapıyor ve halk bunu takdir ediyor diye bu kadar ön yargılı olmamak gerekiyor. Bu proje sayesinde Altınoluk’un esnafının yüzü gülecek. Bunu hiç mi düşünmüyorlar. Ben bu başkanlık koltuğunda ne için oturuyorum soruyorum size?... Beldemin ve halkımın çıkarları doğrultusunda projeler ortaya koyup bunlara hayata geçirmeyeceksem ne diye seçildim o zaman. Çevreci bazı arkadaşlar şuan bize muhalefet etmek yerine destek verselerdi başlangıç aşamasına dahi gelmiştik. Onların yersiz muhalefetine karşı yine çalışmalarımızı sürdürdük ve izin işlemleri vs. bitme aşamasına geldi. Çok yakın bir zamanda da bunu duyuracağız zaten. Defalarca altını çizmeme rağmen bir kere daha söylüyorum; konu Altınoluk ve onun, orada yaşayan insanların menfaati ise ben başkan olduğum süre boyunca bu projeleri hayata geçiririm.

Soru: Kordon projesiyle ilgili maddi sıkıntılar olduğu söyleniyor aynı zamanda. Bu söylentiler doğru mu?

Cevap: Söylentiden öteye geçmeyecek şeyler sadece. Projemizde maddi sıkıntıda söz konusu değildir ve bu projeyi, Altınoluk’un çehresini değiştirecek olan projeyi bitireceğiz.

Soru: Balıkesir’in büyükşehir olması durumunda Altınoluk mahalle olma konusuna geleceğim tekrar. Altınoluk mahalle olup Edremit’e bağlanırsa veya Altınoluk ilçe olursa başkan olmak için adaylık düşünecek misiniz yeniden?

Cevap: Siyasette yarın ne olacağını bilemezsiniz. Önümüzde daha uzun bir zaman var. Beraber yaşayıp göreceğiz.

Soru: Geçtiğimiz hafta ki CHP Altınoluk aylık toplantısında “başkan olduğumun farkına varamayanlar var” şeklinde bir cümle kurdunuz. Kamuoyu ne demek istediğinizi tam olarak algılayamadı ve merak etti. Ne demek istediniz?

Cevap: Merak etmek iyidir (gülerek).

Soru: CHP Belde yönetimi ile çok fazla içli dışlı olduğunuz ve belde yönetimi üzerinde hâkimiyet kurmaya çalıştığınıza dair söylentiler yine konuşulan konulardan birisi. Bu konu hakkında söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Cevap: Belde yönetimi ile içli dışlı olmayıp ne yapacağım?... Ben Cumhuriyet Halk Partisi’nden Belediye Başkanı seçildim ve bahsi edilen partide Cumhuriyet Halk Partisi’nin belde yönetimi. Kiminle içli dışlı olacağımı merak ettim doğrusu. Başka partilerin yönetimleri ile mi içli dışlı olmam gerekiyordu?! Sorunuzun aslında gerçekçiliği var çünkü benimde kulağıma bu yönde dedikodular geliyor. Ben Cumhuriyet Halk Partiliyim, bundan gurur duyuyorum. Belde yönetimi ile de evet içli dışlıyım. Son derece güzel bir uyumumuz var. Gerek şahsım gerek CHP belde yönetimi Altınoluk’a artı kazandıracak ne yapabiliriz bunları sürekli konuşuyoruz. Belde yönetimi üzerinde hâkimiyet kurma konusuna gelince. Böyle bir durum kesinlikle söz konusu değil. Ben Altınoluk Belediyesi’nin Başkanıyım, partimizin Başkanı ayrı ve öyle hâkimiyet kurma gibi bir düşüncem veya girişimimde yok. Bunu düşünmek bile başta CHP Belde Başkanımız Sayın Musa Bey’e ve yönetim kuruluna saygısızlıktır.

Soru: Yeni belediye binası projesi son açıkladığınız çalışmalarınızdan birisi. Altınoluk’un mahalle olma durumu varken yeni bir bina yapıp masraf etmek biraz gereksiz olmayacak mı sizce?

Cevap: Yukarıda yanıtladığım cevaplardan birisi aslında bu sorunuzun karşılığı. Ben ve ekibim Altınoluk ilçe olacakmış gibi çalışıyoruz. Önümüzde 2 yıllık bir süreç var ve bu 2 yıl sonunda ilçe olduğumuz takdirde kaybedilen 2 yılın hesabını kime sormamız gerekecek? Ayrıca velev ki mahalle oldu diyelim, kalkıp bu binaları yıkacak değiller. Boş kalacak değil. Altınoluk ilçe olmayı çoktan hak etmiş büyük bir belde ve o zamanda yine kamu kurumu olarak veya günün şartları ne ise o yönde kullanılabilir. Tekrar etmek istiyorum; Altınoluk ilçe olacakmış gibi, gecemizi gündüzümüze katarak bu yönde çalışıyoruz. Birileri bizim yan gelip yatmamızı istiyor farkındayım ama onların hayalleri sadece hayal olarak kalacak. Belediye Başkanı seçildiğimde verdiğim sözlerin hepsini yerine getireceğim. Yeter ki Altınoluk halkı bana inanmaya ve güvenmeye devam etsin.

Soru: Altınoluk’ta yaşayan vatandaşların en büyük geçim kaynağı turizm ve zeytincilik. Özellikle turizmi cazip kılmadığınız ve bu yönde yatırımları teşvik etmediğiniz yönünde eleştiriler var. Bu eleştirilere neler söylemek istersiniz?

Cevap: Eleştirilerin çoğunu dinlerim, haklılık payı var ise kabullenir ve o yolu denerim. Bahsi edilen konuda şahsıma büyük bir haksızlık yapılıyor. Turizmi ve turizm yatırımı yapmak isteyen insanları özendirmiyor veya desteklemiyor değiliz. Hatta kanunların bana verdiği yetkiyi yatırımları destekleme ve özendirme yönünde pozitif olarak kullanıyorum ve kullanmaya da devam edeceğim.

Soru: Sayın Başkan siyasi soruların dışında birkaç soru sormak istiyorum. Röportaj yapmadan önce Facebook üzerinden de soru aldım ve o soruları aktarmak istiyorum size. 2 Şubat doğum gününüzdü ve kutlamamı isteyen vatandaşlarımız akabinde sormuşlar; Facebook hesabınızı kendiniz mi kullanıyorsunuz? Başkan kaç yaşına girdi? Spor yapıyor mu? Yoğun tempodan fırsat buldukça boş zamanlarını nasıl değerlendiriyor? Örneğin kitap okuyup okumadığınızı merak eden bir vatandaşımız var?

Cevap: (Gülerek cevap vermeye başlıyor) Doğum günümü kutlayan vatandaşlarımıza teşekkürlerimi ileterek başlamak istiyorum. 46 yaşına girdim. Altınoluk’un sorunlarını çözmek ve geleceğe umutla bakmasını sağlama adına özellikle son 3 yılımın nasıl geçtiğini anlayamadım gerçekten. Facebook hesabımı çoğunlukla ben kullanıyorum. Fotoğraf ekleneceği zaman veya kutlama mesajı yazacağım zaman halkla ilişkilerde ki personelim bunları yapıyor. Sohbet kısmından görüşmeleri ben yapıyorum. Çok fazla enine boyuna sohbet etme imkânı da bulamıyorum aslında buradan çünkü çevrimiçi olduğum anda kilitlenme yaşanıyor. Sadece halini hatırını sorup sohbetimizi kesmek zorunda olduğum çok oluyor. Malum 30-40 kişiyle birden aynı anda konuşmak imkânsız (gülüyor). Ayrıca Facebook benim için son derece yararlı bir sosyal mecra. Oradan birçok vatandaşımın sorununu dinleyip çözüm ürettiğim oldu. Derdini sıkıntısını birebir söyleyemeyip Facebook aracılığıyla ileten de birçok vatandaşımız oldu. Spor yapma konusuna gelince, yapılan çalışmaları denetlerken yürüdüğüm yolları saymazsak yapmıyorum diyebilirim. Hem buna fırsatım olmuyor hem de kolumda ve geçmişte böbreğimde yaşadığım bir rahatsızlık buna engel oluyor. Boş zamanım da olmuyor ama yaratabildiğim takdirde ailemle zaman geçirmeye çalışıyorum. Kitap okuduğumu merak eden arkadaşımıza yanıtımda bol bol okuyorum merak etmesin (gülüyor). Soru: Sayın Başkan son olarak ilave etmek istediğiniz bir konu var mı? Cevap: Güzel bir sohbet oldu. Sorularınız için teşekkür ediyorum. Altınoluk halkı da hiç merak etmesin verdiğim sözlerin sonuna kadar arkasında ve takipçisiyim.

Okay ÖNDER

2 Şubat 2012 Perşembe

SORU: MESLEĞİN? - CEVAP: SİYASET

Her insan farklı uğraşlar yaparak kendini rahatlatır, kafasını dağıtır… Ben ise yazı yazarak kafamı dağıtanlardanım. Bu aralar dağıtmış olduğum kafamı körfez siyasetinin karmaşası içerisinde bulamıyorum. Bizim buraların siyasi gündemi Ankara’yı aratmıyor dersem de; mübalağa etmiş olmam diye düşünüyorum…

Yukarıda belirttiğim gibi her insanın farklı farklı uğraşları vardır. 23 yaşında bir genç olarak benim ilgi alanım (asla hobi olarak da, meslek olarak da görmüyorum!) siyaset!... Siyasetle ilgilenmek bana heyecan veriyor. Önce Körfez gazetesinde ikinci defa köşe yazmaya başladığımdan beri yazılarımın tamamı yerel siyaset üzerine oldu. Bundan önceki köşe yazarlığı deneyimim de ulusal konulara da değiniyordum fakat bu sefer işe yerel konularla başladık ve öyle de devam ediyor. Gazetemin genel yayın yönetmeni Soner Bey’in de telkinlerini göz ardı etmediğimi söylemeliyim sanırım…

İşi ne demeye getiriyorum? Şunu demeye getiriyorum değerli okurlar… Günümüz gençliğinin asosyal ve apolitik geliştiğini ve yaşantılarını sürdürdüklerini düşündüğümüzde kendimi bu anlamda şanslı görüyorum. Memleketin geleceğine yön veren kurum olan siyasetin bir parçası olmaktan gurur duymak istiyorum…! “İstiyorum” diyorum çünkü, an itibariyle gurur duyamıyorum…! Siyasetin çıkar-menfaat ilişkisine dönüştüğü bir ülkede ve yerelde, bu durumdan haz almam elbette ki imkânsız. Ben ve benim gibi genç insanlar siyasetle ilgilenmezler ise memleketin geleceği nice olacak biliyor musunuz? Şuan memleketi genelde ve yerelde yöneten “damdan düşen siyasetçi”lerden farklı olmayacak! Siyaseti “şekil” olsun diye, “inat” olsun diye, “yapmak için yapan” o kadar çok yerel siyasetçi ile karşı karşıyayız ki; söz konusu durum hiçte azımsanamayacak ölçüde ciddi durumda!

Siyasetin okulu olmadığını dost sohbetlerinde sürekli dillendirmişimdir ve dillendirmeye devam edeceğim. Genç bireyler siyasetle ilgilenmezler ise memleketin geleceği kimlerin elinde olacak bileniniz var mıdır? Ben biliyorum; basiretsiz ve beceriksiz siyasilerin elinde olacaktır!

Hiçbir partinin gençlik örgütlenmesinde (veya yapılanmasında) yer almadan, hiçbir siyasi toplantıda yer almadan, üyesi oldukları partinin programını-tüzüğünü bilmeden siyasetle uğraşan ve ciddi ciddi makam sahibi olan o kadar çok gereksiz insan var ki etrafımızda, durumdan vazife çıkartmamak elde değil!

Ben bu köşeden yazılarıma başladığımdan beri “ak saçlı” amca ve dedelere bir şeyler ima etmeye çalışıyorum ama nafile! Onlar yazılarımı okuduktan sonra ne kendilerine pay çıkartıyorlar ne de söylediklerimin anlamını bulmaya çalışıyorlar. Onlar kurulu düzenin piyonları olmaktan öte geçemeyen aciz vatan evladı rolünü kendilerine yakıştırıyorlar! Söze gelince hepsi gençlerin siyasetin içerisinde yer alması gerektiğini söylemelerine rağmen, mevzu bahis icraata gelince hepsi süt dökmüş kedi gibi köşelerine çekilmekten geri kalmıyorlar!

Geçenlerde Altınoluk CHP’nin delege seçimi gerçekleşti. Delege olma sevdasına kendilerini ne kadar küçük düşürdüğünün farkına varmayan insanlar gördüm ve utandım! Evet, ben bu yaşımda onların yaptıkları bu hayasızlıktan utandım! Delege seçilmeyi memlekete reis-i cumhur olmakla eşdeğer tutan oy avcılarından kurtulamadığımız sürece, ne memleketi ileriye götürebiliriz ne de kurulu olan adaletsiz düzeni yıkabiliriz!

Onlar bu satırları okurken bıyık altından “kıs kıs” gülmeye devam edeceklerdir. Yazdıklarımı, söylediklerimi sallamamaya (!) devam edeceklerdir! Bundan en ufak bir şüphe duymuyorum.

Lakin; gün olacak ve o devran muhakkak ki dönecektir. İşte o zaman bu haysiyet sahibi olamayan insanlardan hesap mutlaka (!) sorulacaktır! O hesabın sorulması ve ülkenin geleceği olan gençlerin siyasetle daha aktif şekilde ilgilenmesi umuduyla… Kalın sağlıcakla…

NOT: Laf üretmekten başka bir şey yapmayan siyasilerden (!) memlekete hayır gelmiyor… Demokrasi ve özgürlük sokaklarda!

DİPNOT: Memlekete hayrı olmayan işleri eleştirmenin günah, memlekete hayırsız işler yapmanın da mübah sayıldığı günler yaşıyoruz!...

31 Ocak 2012 Salı

BİRİLERİNİN...

CHP Altınoluk Örgütü geçtiğimiz cumartesi günü gerçekleştirdiği delege seçimleriyle beraber sandıktan birlik ve beraberliği çıkartmayı tamamen olmasa da büyük oranda başarmıştır. Mahalle ve ön seçim delegesi seçilen bütün üyeler (birkaçı hariç) hak ederek bu sıfata kavuşmuşlardır. Bu seçimlerde göstermiştir ki CHP Altınoluk örgütü bir bütün halinde hareket etmeyi dosta ve düşmana göstermiştir.

Asıl siyaset aslına bakarsanız bundan sonra ki süreçte başlayacak. Dananın kuyruğunu kim kopartmayı başaracak izleyip göreceğiz. İlçe Başkanlığı için adı geçen isimler arasında Yurt Yıldırım ve mevcut ilçe başkanı Necmi Dönmez’in isimleri geçse de, her an Kaya Yağcı’dan adaylık hamlesi (köy ve beldelerde delege seçimlerinin bitmesinin ardından) gelebileceği düşünüyorum. Ayrıca CHP kulislerinde henüz ismi çok fazla anılmasa da kadın bir adayında ilçe başkanlığı için nabız yokladığını biliyorum. Bahsini ettiğimiz isimler arasında Yurt Yıldırım’ın bir adım önde olduğu ise yine meşhur kulislerde konuşulan bir diğer konu.

Yeniden dönüp Altınoluk delege seçimlerine göz atalım. Mehmet Akif Öznal gibi partiye her seçimlerde fazlaca emeği geçmiş önemli bir ismin, CHP’nin Altınoluk’ta bir önceki dönemin belde başkanı Cahit Erol’un ve İskele mahallesinin muhtarlığını yapan Çiğdem Kıvan’ın delege seçilememesi kendilerinin haricinde parti için kayıp olmuştur. Basit oy avcılığı yaparak kimsenin bu isimleri çizdirmeye kalkacağını düşünmüyorum. En azından böyle bir hamle yapılacak olsaydı (!) partide onlarcası olan değerli ak saçlı amcalara yapılırdı düşüncesindeyim! Delege seçilememe konusunda özellikle Mehmet Akif Öznal’ın en ufak bir moral bozukluğu olacağını düşünmüyorum. Yılların getirdiği bilgi, birikim ve entelektüel kişiliği ve her şeyden önemlisi devrimci duruşu onu yeniden küllerinden doğuracaktır kanaatindeyim…

Delege seçimlerinin genç ve kadın adayları konusuna gelince ise beklentilerin karşılandığını düşünüyorum. Partiye en çok emeği geçen isimler olan gençler ve kadınlar CHP’nin yan kolu değil, itici güçleri olduğunu sandıklardan çıkan sonuçlarla da bir kez daha göstermişlerdir.

CHP’nin Altınoluk örgütünün bundan sonra yapması gereken husus ise; parti içerisinde gruplaşmaları (her alanda) bir kenara bırakarak yerel seçim çalışmalarına bir an evvel başlamalarıdır. Cumhuriyet Halk Partili olan insanları partiye küstürerek, onların gönüllerini almayarak, “nasılsa bunlar bizden” sözleri ile kendilerini avutmak ve hor görmek bu partiye yapılacak en büyük haksızlıktır!

KAZANAN CHP OLSUN!

Körfez siyasetinin kalbi Cumhuriyet Halk Partisi adına yarın Altınoluk’ta atacak. Yaklaşık 1 aydır süre gelen siyasi çalışmaların karşılığının alınacağı gün olan delege seçimlerinden çıkacak olan sonucun hem Cumhuriyet Halk Partisi’ne, hem de bölgemize hayırlı olmasını diliyorum.

Sadece hayır dilemekte yeterli değil aslında… Umarım seçilecek olan delegeler sadece “seçilmek” için aday olmayacaklardır. Seçildikleri takdirde partileri ve yaşadıkları yer içinde bir şeyler yapmanın gayreti içerisinde olacaklardır. Gençlerin ve kadınların ön plana çıkarak seçilmeleri benim ve gençleri ve kadınları kullanarak (!) siyaset yapan kişilerin en büyük temennisi durumunda…

Cumhuriyet Halk Partisi’ni ve Altınoluk örgütünü çok yakından tanıyan birisi olarak beklentim ise; delege seçimlerinden sonra kutuplaşmaların dağılması, partinin çıkarlarının daha ön plana çıkartılması ve ilçe başkanlığı seçiminden sonra da yerel seçimlere yekvücut halinde hazırlanması yönünde. Cumhuriyet Halk Partisi’nde görev almanın onuru ve sorumluluğu içerisinde bütün ön seçim delegesi adaylarına ve mahalle delegesi adaylarına başarılar diliyorum. Umarım bu seçim yeni kutuplaşmaları doğurmaz ve parti adına tertemiz bir sayfanın açılmasına vesile olur.

Ve yine temennim; seçimlerin akabinde kazananın sadece partinin ve parti için çalışan emekçilerin kazanması yönünde olacak… Oy avcılığına soyunanlar ise, biraz daha kendilerini geri plana çekeceklerdir diye temenni ediyorum…

NOT: Yazılarımda belirttiğim “ak saçlı” amcalar ve dedeler belirtmelerimden alınanlar olduğunu biliyorum. Bu isimlere “ak saçlı” derken saçlarında ak olanlara gönderme yapmıyorum sadece. Saçların “ak” olmayanların parti için siyasi geçmişleri “kara” olduklarından sözüm aynı zamanda onlara da…!

DİPNOT: 19 Mayıs törenlerinin kısmi iptali ile ilgili koskoca körfez bölgesinde eylem yapacak bir tane gençlik yapılanması yok ise; ben dahil bütün gençlere “yuh” olsun…!

25 Ocak 2012 Çarşamba

DEMOKRATİK FANTEZİLER

Demokratik şekilde gerçekleştirilen her seçimden sonra, bir kazanan bir veya birçok kaybeden olması tabii olan durumdur. Özellikle siyasi partilerde gerçekleşen bu seçimlerden sonra, birleştirici rol almak, kaybettiğin rakibine çıkarsızca destek vermek gerçekten o kurumu (parti, dernek vs.) öncelikli tutmak demektir. Bahsini ettiğim bu durum ne yazık ki bizim ülkemizde bu şekilde gerçekleşmiyor. Kaybedenler nedense (büyük çoğunlukla) kaybettikleri andan itibaren kazanan adayın ve yönetimin arkasından atıp tutuyor. Hal böyle olunca ne kendileri kazanıyor, ne rakipleri ne de bağlı oldukları kurum. Demokrasi kültürünün olgunlaştığı ülkelerde bu durum anlattığım şekilde gerçekleşmiyor. Demokrasi örnekleri (!) sergileyen Amerika’da, Başkan Obama en önemli rakibini olan Bayan Clinton’u kabinesinin en önemli görevi olan Dışişlerine getirebiliyor. Olması gereken ve işin doğası budur aslına bakarsanız…

Peki, durum bizim memleket sınırları içerisinde, yaşadığımız bölgede nasıl cereyan ediyor… Gönlümüzden geçen elbette ki kaybedenlerin kazananlara destek olması, seçimlerden sonrada önceki gibi kurumu için çalışıyor olmasıdır. İşin ucuna rant, çıkar ve kişisel menfaatler girince ne yazık ki böyle olmuyor. Bu isimler yine de utanmadan kurumlarının çıkarlarının her şeyden önce geleceğini ve asıl olanın kurumlarının başarısı olduğunu da söylemekten geri kalmıyorlar! Aslına bakarsanız bildiğimiz bu isimlerin bağlı oldukları kurumları düşündüğü falanda yok. Bunlar sadece çıkarlarını düşünüyorlar. Makam araçlarının kapısını birilerinin açması onlar için önemli olan… Veya oturdukları koltukların tek sahibinin kendilerinin olması. Kararları tek başlarına vermek, beraber seçildikleri yönetimleri zerre takmamak vs…

Bu çıkar ve menfaat düşkünü (maymunu yazınca gocunuyorlar!) amcalar için asıl önemli olan şey; kurumlarına üye olan, kurumları için çalışan insanların onların sözünden çıkmaması! Bu kurum örneğin bir siyasi parti ise, o partinin başarısı, aldığı oy, halkın dertlerini dillendirme ve çözüme kavuşturma falan değil yani…

Yine bahsini ettiğimiz bu kurumun bir siyasi parti olduğunu düşünerek devam edelim… Bu ak saçlı beyefendiler (!) siyaseti kendilerine meslek edindikleri için bir türlü kopamıyorlar. Söze gelince demokrat, icraata gelince en azılı faşistten (sosyalde diyebiliriz) geri kalmıyorlar…! Siyasete girmeden önce evlerini geçindirmekte güçlük çeken bu isimlerin neredeyse tamamı siyasete girdikten sonra (veya başkanlara yalakalık yaptıktan sonra!) çiftliklere, han ve hamamlara sahip oluyorlar… Allah’ın hikmetini görüyor musunuz değerli kurum üyeleri…!

Aslına bakarsanız bu tip insanlara kızmakta doğru değil. Onlar meslekleri olan siyaseti A’dan Z’ye düzgün yaptıkları için başarılı oluyor ve köşeyi dönüyorlar. Siyasi partilere üye olmanın birinci koşulunun belediyelere işe girme amacının güdüldüğü bir memlekette fazla söze de gerek yok aslına bakarsanız! Birde bu tip insanlara haddini bildirmeyen ve onların üzerinden siyaset yapan amcalarımız var ki; onların bıyıkları badem misali…!

Değerli okurlar; üyesi olduğunuz partinin, derneğin veya hangi kuruma üye iseniz, seçeceğiniz insanların önce liderlik vasfına, sonra aday kadrosuna, sonra seçildiği takdirde ki vaatlerine (özellikle tutulacak olanlara!), sonra plan ve programlarına ve en sonunda da mezhebine iyice bir bakın… Özellikle mezhebine bakmayı ihmal etmeyin… Gördüğünüz mezhep haddinden fazla geniş ise oy vereceğiniz insandan ne size, ne kurumuna ne de memleketine hayır gelir!

Kalın sağlıcakla…

20 Ocak 2012 Cuma

KÖYLÜ DELEGELER...

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan seçildiğinde partinin tabanına en büyük vaadi parti içi demokrasi ve adaylarını partinin üyelerinin seçeceği olmuştu. Tüm Türkiye çapında ki CHP örgütlerinde olduğu gibi Edremit’e bağlı örgüterde de delege seçimi sürecinin başlamasına çok az bir süre kaldı.

Belli makam ve mevkilerde olan insanların, önemli olanın seçilmek değil, seçildikten sonra sorumluluklarının bilincinde çalışması gerçeği bugün CHP yönetimlerinde en büyük sorunlardan birisidir. Seçildikten sonra vatandaşın sorunlarını dinlemeyen, seçilmeden önce ki samimiyetini yitiren insanlardan ne memlekete hayır gelir, ne de bağlı oldukları partiye. Bu bağlamda 21 Ocak’ta başlayacak olan, Altınoluk’a bağlı Narlı, Doyran ve Avcılar gibi köylerde ki seçimlerin önemi dahada önem arz ediyor.

CHP’li üyeler bu seçimlerde özellikle köylerde yaşayan partililerini delege seçmesi, hem parti tabanında karşılık bulacaktır, hemde köylünün milletin efendisi olduğunu gösterecektir. Bunu niye mi söylüyorüm, çünkü; bundan önceki seçimlerde sırf parti içi dengeleri elinde tutma adına yapılan kulislerde, gruplaşmaların doğurdu adaylar parti için çalışmamış (seçildiği halde bir defa partinin kapısından içeriye girmemiş, seçim süreçlerinde partinin irtibat bürolarına uğramamamış), önemli olanı delege olmak olarak görmüştür. Bunu yapan insanlardan partilerine fayda olmadığı gibi, zarardan başka hiçbir şeyede yaramamıştır.

Benim düşüncem ve kati fikrim, bu sefer özellikle köy halkının delege seçilmesi ve delegelik vasfını yerine getirecek insanların o sıfata sahip olmalarıdır. Aksi halde değişim yaşaması gereken CHP, yerinde saymaya devam edecektir.

Buna ek olarak, partinin içerisinde aktif olarak siyasetle ilgilenen onlarca gencin (Edremit merkez, Akçay, Zeytinli, Güre ve Altınoluk’ta onlarca böyle genç var) parti içerisinde bu sıfatlara kavuşturulması, hem çıkar beklemeden yapılan siyaseti olgunlaştıracak, hemde partinin ileriki yönetim kadrolarını oluşturacak insanları paha biçilemez siyasi olgunluğa kavuşturacaktır. Gençleri sadece seçimden seçime afiş asan, broşür dağıtan bireyler olmaktan öte (ki gençlik kollarının görevlerinden biriside afiş asmaktır) bu ve buna benzer görevlere getirip onlara sorumluluk vermek, partiyi gerçekten düşünmenin ve partiyi kişisel çıkar ve menfaatlerin önüne geçirdiğinin en büyük göstergesidir.

Onun içindir ki; CHP önümüzde ki delege seçimlerinde özellikle iki hususa dikkat etmelidir diye düşünüyorum. Köylerde yaşayan vatandaşların ve gençlerin delege olacak olması, partiye yapılacak en büyük faydadır. Bu görev ve sorumluluğu en çok onlar hak etmiştir.

NOT: Çarşamba günkü “CHP AŞIKLARI” başlıklı yazımla ilgili onlarca telefon ve akabinde onlarca olumsuz eleştiri aldım. Olumsuz eleştiri yapan insanların neredeyse tamamı köşe yazılarımı birilerinin bana yazdırttığını düşünüyorlar. Onlara şu teklifi yapıyorum, bir dahaki yazımı sizlerin ofislerinde, sizlerin gözünün önünde özgür ve bağımsızca yazmaya ben varım, sizlerde var mısınız!

DİPNOT: Önümüzde ki Salı günü Alevi Kültür Derneği Altınoluk Şubesi Başkanı Hüseyin Altay ile söyleşim olacak. Kendisine sormak istediğiniz sorularınız var ise, okyonder@gmail.com adresine mail gönderebilirsiniz.

17 Ocak 2012 Salı

CHP AŞIKLARI!

Google Earth üzerinden Türkiye’ye bakınca memlekette yaşanan hadiseleri daha iyi görebiliyorsunuz…! Güzel memleketin güzel şehirlerinde, her biri ayrı ayrı partilerde siyasetle uğraşan binlerce insan var. Bu insanlar zaman gelir birbirleriyle çekişirler, zaman gelir yaşadıkları yer uğruna aynı masa etrafında oturup fikir birliği ederler. Bu tip insanlara “memleket sevdalısı” denir… 22 yıldır Altınoluk’ta yaşayan, son 6-7 yıldır da aktif bir şekilde siyasetin içerisinde olan birisi olarak her şeyin cevabını bulurumda, memleketim Altınoluk’ta süregelen siyasetten bir anlam çıkartamam…

Altınoluk’ta siyaseti “siyaset” gibi icra eden tek bir parti vardır, o da Cumhuriyet Halk Partisi’dir… Ana kademesi, kadın kolları ve gençlik kolları sürekli bir şekilde çalışır durur bu partinin. O yüzden midir bilemiyorum, CHP adına Balıkesir’in amiral gemisi ismini almıştır. Günümüz memleket koşullarında siyasetle uğraşmak zaten zor ve çekilmez bir hal almış iken (!), bir de siyasetinizi Altınoluk’ta yapıyorsanız o zaman işiniz daha da zor demektir…

Özellikle CHP içerisine sinmiş veya sinmeye çalışan bu menfaat düşkünü azmanlar, söz partilerini severler ama bilmezler ki o partiye en büyük zulmü de kendileri yapmaktadır…

Şimdi CHP’nin Altınoluk içerisinde yer alan veya almaya çalışan bu menfaat maymunu olmuş isimlerin yaptıkları veya yapmaya çalıştıklarını şöyle bir sıralayalım…

- 4 yıl 11 ay partilerine zarar vermekten başka bir işe yaramayan bu ak saçlı amcalar, seçimlerden bir ay önce çalışmaya başlarlar. (son genel seçimde onu da göremedik)

- Eğer bu isimlerin destekledikleri kişi mühürü eline almışsa ondan büyük “baba” yok, eğer mühürü başkasına devretmiş ise ondan büyük “dallama” yoktur..!

- Bu isimler başkanların eteklerinden hiçbir zaman ayrılmazlar… Bugün A başkanın yalakası, yarın B başkanın yalakasıdırlar…

- Bu isimler için CHP’nin önemi yerelde iktidarı koruduğu kadardır. Bunların Atatürkçülüğü de, devrimciliği de, solculuğu da CHP’nin iktidarda olduğu sürededir…

- Bu isimler sözde örgütçüdür, sözde partilidir, partiyi güya “sözde” değil “öz”de severler. Ama bu isimlerin bu yalan kumpanyalarına kendileri bile inanmaz…!

- Yine bu örgütünü seven ve ön planda (!) tutan pek muhterem isimler, sokakta birbirlerini gördüklerinde selam vermezler, ofislerinde birbirlerinin dedikodusunu yaparlar…!

- Bu isimler için siyaseti öyle çok uzakta aramaya gerekte yoktur. Bunlar seçimden seçime siyasidirler. Geri kalan kısımda hepsi iş adamı ceketlerine giymekten geri kalmazlar…

- Partisini çok seven bu kişilik sahibi (!) insan toplulukları, seçim arifelerinde ulaşabilirlerse partinin gençlik kollarını, ulaşamazlarsa ulaşabildikleri gençleri kullanır ve daha sonra çöpe atarlar…!

- Yine bu isimlerin beyinlerinde, CHP eşittir menfaat demektir. Menfaatleri olduğu kadar CHP’li, daha sonra XYP’lidirler…!

Ve yine CHP içinde bir seçimin arifesindeyiz. 28 Ocak’ta yapılacak delege seçimleri öncesi bu isimler delege listelerine, adreslerine ve telefonlarına ulaşmış, hazırlıklara başlamış durumdalar. Siyasetin “s” sini bilmeyen bu çıkar ve menfaat maymunu olmuş isimlerle CHP yerelde nereye kadar yol alacak bilemiyorum. CHP için gecesini gündüzüne katarak çalışan fedakâr ve cefakâr insanlar ne zaman masaya yumruklarını vuracaklar o da ayrı bir muamma konusu…

Velhasıl; CHP içerisinde yöneticilik vasfına ulaşmaya çalışan bu zavallı insanlar, CHP içerisinde görev ve sorumluluk bilincine ulaşmadan önce, partinin tüzüğünü, programını öğrensinler… CHP’nin tarihi hakkında biraz bilgi sahibi olsunlar… Nazım Hikmet ne demek, Deniz Gezmiş ne demek, Uğur Mumcu ne demek ilk önce bunu o kuş beyinlere soksunlar, ondan sonra memleketi kuran ve ayakta kalmasını sağlayan tek kalesine fethetmeye kalksınlar…!

NOT: Bu yazımdan sonra da akıl vermeye kalkan onlarca profesyonel siyasetçi olacağından hiç kuşkum yok. Zerre takmıyorum; vız gelir, tırıs geçer…!

DİPNOT: Altınoluk mahalle olma konusu iyice ayyuka çıkmışken, bu duruma en çok üzülenin GÜMÇED Başkanı Mehmet Akif Öznal olacağını düşünüyorum…

16 Ocak 2012 Pazartesi

"ONLARLA BERABER ÖLMEK, GERİDE KALMAKTAN DAHA KOLAYDI" METE ERTEKİN

Hayat bazen çok ilginçtir, ilginç rastlantıları çıkartır karşımıza… En umulmadık anda en umulmadık şeyi yaşarız… Bu çoğu zaman böyle olmuştur. Bugünkü konuğum Mete Ertekin ile olan karşılaşmamızda öyle oldu… Ve birazdan anılarını anlatacak olan insanın hayata bakışı da öyle olmuş… Samimiyetini ve o yılları anlatırken ki dik duruşunu, cümleleri kurarken gözlerinde ki cesaretten anlayabiliyorsunuz… Öylesine “öz” ve öylesine “sıcak” birisi ki Mete Ertekin; kendisine olan sonsuz saygımı bir kenara bırakıp “ağabey” diye hitap etmekten alıkoyamıyorum kendimi…

1945 yılının 20 Kasım’ında Kayseri’de doğmuş Mete Ertekin... Kafkasya’dan göç eden Çerkez bir ailenin çocuğu imiş… Sevdiği kadının aşkı bile devrimciliğinin önüne geçememiş onun… İsterseniz gerisi kendisinden dinleyelim…

“Bizi Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler yetiştirdi” diyerek sözlerine başlıyor Mete ağabey… Gerçek tarihin bir sınıflar çatışması olduğunu o yıllarda Enver hocasından öğrendiğini söyleyerek sözlerine başlıyor…

Mete ağabey ilk olarak Deniz Gezmiş’le olan tanışıklığın nereden geliyor onu sormak istiyorum?

Denizle ilk tanışmam 6. Filo’nun Türkiye’ye gelişi nedeniyle Türkiye Milli Talebe Birliği çatısı altında yaptığımız toplantılara denk geliyor. Boğaza demirleyen 6.Filo’yu denize dökmek için bir plan yapacaktık. Bütün Türkiye çapında bir eylem olacaktı. Çalışmalarımızı gizli örgüt adına yapmadığımız için o sıralarda bizi engellemeye çalışanlar vs. yok. Geceleri afişleme çalışmaları yapıyoruz. Tabi o yıllarda öyle matbaa falan yok, afişlerimizi serigrafla yapıyoruz, bunun içinde kadın çorabı kullanıyoruz. 6.Filo eyleminden önce İstanbul Teknik Üniversitesi’nin o civarlarda çoğaldık ve Gümüşsuyu istikametinden aşağıya doğru yürümeye başladık. O sırada haberler bize yine sürekli bir şekilde geliyor, tabi o zaman cep telefonu falanda yok. Amerikalı askerlerin büyük kayıklarla Dolmabahçe’ye doğru geldiklerini öğrendik ve harekete geçtik. Bu haberleri almadan öncede bölge halkını neredeyse eksiksiz bir şekilde örgütlemiştik. Hatta çok iyi hatırlıyorum genelevlere kadar bu örgütlenmeyi yapmıştık. Genelevlerde ki kadınlara da şunu söyledik; bu adamları buraya sokmayın, bunların amaçları bizlerle alay etmek, bizi küçük düşürmektir. Ve inanır mısın, genelevde ki o kadınlar dolar bazında çok yüksek bahşiş almalarına rağmen ayaklarında ki takunyalarla Amerikalı askerleri kovaladılar. Tabi bütün bunlar o dönem için Amerikan emperyalizmine karşı bütün halkımızın bilinçlenmesinin bir göstergesiydi. Daha sonra karaya çıkan bu Amerikalı askerleri bizlerde sille tokat denize tekrar döktük. Bu arada orduda bizlere engel olmaya çalıştı. Yine anımsadığım kadarıyla denize döktüğümüz Amerikalı askerler arasında birkaç tane de Türk subayı vardı. Ve bu gelişmelerince neticesinde de 6.Filo o gece dönüş hazırlıklarına başlayıp ertesi gün, gün ağarmadan Türkiye’den ayrıldı. 6.Filo’ya karşı yapılan bu eylem aynı zamanda anti-emperyalist Türk gençliğinin ilk büyük eylemidir.

Bunun haricinde yine o zaman ki anti-emperyalist Türk gençliğinin büyük bir eylemi daha vardı. Kommer’nin aracının yakılması olayı. Benim Deniz Gezmiş’le ilk tanışmam 6.Filo’nun denize dökülmesi eyleminin hazırlanışı ve icra edilmesi sırasında gerçekleşmiştir. O eylemden sonrada zaten sürekli beraberdik ve çok sık görüşmeye başlamıştık. Bu eylemden sonra Cihan Alptekin’le, Hüseyin İnan’la ve diğer arkadaşlarla da hep beraber olduk ve eylemleri beraber gerçekleştirdik.

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını çok iyi tanıyan, sadece gözlemleri olan değil beraber omuz omuza eylemler gerçekleştirmiş birisi olarak soruyorum; Deniz Gezmiş şuan hayatta olsaydı günümüz Türkiye’sine nasıl bir yorum yapardı?

İstersen ben bu soruya cevap vermeyeyim ama şunu eklemek istiyorum; İzmir 9 Eylül Üniversitesi’nde sahne sanatları profesörü bir arkadaşımız var Semih Çelenk isminde, onun “Deniz Bugüne Bakıyor” isimli kitabını bütün genç arkadaşlarıma özellikle öneriyorum. Sorunuzun cevabı orada ayrıntılı bir şekilde yer alıyor ve yine sorunuzun tam olarak karşılığını o kitapta bulabilirsiniz.

68 kuşağının ikinci büyük eylemi yanlış hatırlamıyor isem “Kommer olayı” idi. Senin ağzından o süreci de dinleyebilir miyiz?

İlk önce Kommer kim onu söyleyerek başlayalım. Vietnam savaşında pasifikasyon lideri olarak geçer; yani “işkencecibaşı”dır. Diğer adı da Vietnam kasabıdır. Bizler bu adamın Türkiye’ye tayin edildiğini öğrenince hem Etimesgut havaalanına hem de Esenboğa havaalanına eylem yapma kararı aldık. İki grup halinde biner veya iki biner kişilik gruplar halinde iki havaalanının da pistine uzanarak eylemimizi gerçekleştirdik ve Kommer’in uçağı bu iki piste de inişini gerçekleştiremedi. Daha sonra öğrendiğimiz şekilde bu adamı askeriyenin ufak bir havaalanına yönlendirmişler ve uçağın oraya inişi gerçekleşmiş. Türkiye’ye girişi şaibeli ve gizli bir büyükelçi atıyor Amerika ve bu adam normal yollardan Türkiye’ye giriş gerçekleştiremiyor. 68 gençliğinin olaylara bakışı ve “Tam Bağımsızlık” idealinin temeli de buradan kaynaklanıyor. Daha sonraları bu beyefendi ODTÜ’ye gelme gafletinde bulunuyor. Bu olay basında Kemal Kurdaş (ODTÜ Rektörü) daveti üzerine diye hep dillendirilmiştir ama olayın aslı öyle değildir. Aksine Kemal Kurdaş böyle bir ziyarette olaylar çıkacağını bildiği için sürekli olarak ziyaret tarihini ertelemeye çalışmıştır. Kommer denilen herifte o kadar azılı bir adam ki ısrarla “hayır efendim ben gelirim” şeklinde mesajlar veriyor. Süreç içerisinde Kommer ODTÜ’ye geliyor ve onun yakılan meşhur bir Cadillac marka arabası var, ziyaret sırasında 3-4 bin öğrenci hemen toplanıyoruz ve arabasını ters çevirip ateşe veriyoruz. Adam bu olaydan sonra hemen ODTÜ’yü terk ediyor, hemen ertesi günde Türkiye’yi terk etmek zorunda kalıyor. Yaşanan bu olayda 68 gençliğinin Amerikan emperyalizmine karşı bir zaferidir aynı zamanda. Bu olaylardan sonra Amerika giderek 68 gençliğine karşı deyim yerinde ise “bilenmeye” başlıyor. Olaylardan sonra da günümüzde halan daha faili meçhul kalan cinayetler işlenmeye başlıyor. Vedat Demircioğlu ile başlayan, Taylan Özgür ile devam eden, Battal Mehetoğlu, Mahmut Cantekin, Hıdır Altunay isminde işçi bir arkadaşımız ve şuanda hatırlayamadığım bir sürü isimle beraber devam eden bir faili meçhul cinayetler süreci başlıyor. Bizlerde bu arada sıra ne zaman bize gelecek diye beklemeye başlıyoruz ve meşru müdafaa hakkınızı korumaya başlıyorsunuz. 68 gençliğinin silahlanması da bu olaylardan sonra başlıyor zaten. Bizlerde o dönemde Türkiye İşçi Partisi üyesiyiz, üyesi olduğumuz parti legal bir parti ve mecliste 16 tane milletvekili var. Bunu da şunun için ekledim; bizler o dönemin yöneticilerine Amerika’nın ne mal olduğunu gösterdik, bunları yüzlerine vurduk hatta. Deniz Gezmiş ve 68 kuşağının günümüzde halen daha el üstünde tutulmasının temeli de budur aslına bakarsanız.

Birazda Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’na (THKO) değinmek istiyorum. Seninde kuruluş ekibinin içerisinde yer aldığın bu oluşumu anlatır mısın birazda?...

Eylemlerin başlangıcı ilk önce Fikir Kulüpleri Fedarasyonu’na (FKF) dayanır. FKF aynı zamanda bu oluşum içerisindekilere ayrışmayı da getirmiştir. Bu oluşumun içerisinde hem Türkiye İşçi Partililer vardı hem Milli Demokratik Devrimciler vardı… Daha sonra Milli Demokratik Devrimciler olarak bu oluşumun içerisinden ayrıldık. Yine o zamanlar üniversitelerde de öğrenci birliği seçimleri oluyor ve bu seçimlere de siyasi görüşlerin üniversiteler içerisinde ki temsilcileri olan; Sosyalist Fikir kulübü (bizimkisi), Sosyal Demokrat Düşünce Derneği (CHP’nin), Hür Düşünce Derneği (sağcıların) bu şekilde bizler o zamanlar öğrenci birliği seçimlerine giriyoruz. Yaşanan bu seçimlerin akabinde Türkiye Komünist Partisi’nin son kurultayı, Dev-Genç’in ilk kurultayını gerçekleştirdik. Bu kurultayda biz TKP’yi lav edip Devrimci Gençlik Fedarasyonu’nu (Dev-Genç) kurduk. Devrimci Gençlik Fedarasyonu’da ağırlıklı olarak Milli Demokratik Devrimcilerin oluşturduğu bir federasyondu. Tabii bu Milli Demokratik Devrim tezi üzerinde ki bizim yazılarımız vs. hepsi var ve bir yandan da sürekli okuyoruz, yazıyoruz süreci boş geçirmiyoruz. Bir gün öğreniyoruz ki bizi Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) ihraç etmişler. İhraç sürecinin de ardından Dev-Genç içerisinde örgütlenmemizi sürdürmemiz gerektiğini anladık ve çalışmalarımızı bu yönde sürdürdük. Öğrenci eylemlerimizin büyük bir çoğunluğunu da Dev-Genç bünyesinde gerçekleştirdik. Mesela 6.Filo Deniz Gezmiş’in İstanbul’da oluşturduğu Devrimci Öğrenci Birliği (DÖP) ile bizlerin Ankara’da oluşturduğu Devrimci Gençlik Federasyonu’nun (Dev-Genç) ortak oluşturduğu bir eylem. Bu olaylarda yaşanırken tabii daha Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) veya Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP-C) kurulmamıştı.

Birde şunu sormak istiyorum; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildikleri için mi bugün bile insanlar için önemli durumda?

Deniz Gezmiş ve arkadaşları (buna bütün devrimcileri ekleyebiliriz) daha lise yıllarından itibaren kendilerini ideolojik anlamda yetiştiren insanlardı. Deniz Gezmiş çok iyi bir hatip, kitleleri peşinden sürükleyen bilen bir liderdi. Ayrıca Deniz Gezmiş o yıllarda yapılan eylemlerde İstanbul ekibinin lideriydi ve daha ilk başlarda bizlerde Ankara’da kendisinin ismini duyuyorduk. O yıllar Ankara’da ki devrimci hareketin lokomotifi de ODTÜ (özellikle Siyasal Bilgiler) idi ve bu hareketi de bizler yönetiyorduk. Günün koşulları ve yapılan eylemlere de baktığımız zamanda bunu görebilirsiniz zaten.

Mete ağabey son olarak 6 Mayıs gecesini anlatabilir misin?

Yaşanan süreci kamuoyuna daha iyi aktırma adına bizlerde o zaman ölüm orucuna başlamıştık. Tabi o koşulları yaşamayanlar bunun ne demek olduğunu elbette anlayamazlar. Hiçbir şey yemeden, sadece su içerek yaşamını devam ettirmeye çalışmak giderek algılamada zorluklar yaratma başlamıştı. İlk önce fiziki olarak karın bölgesinde acılar hissetmeye, daha sonra da bacaklarının dermansızlaştığını fark ediyorsun. Ölüm orucunun 15. gününde kendisi en şiddetli şekilde hissettirmeye başladı. 18. gününe geldiğimizde Deniz, Yusuf ve Hüseyin’e belli ettirtmeden bu durumu Halit ağabeye (Çelenk) anlatmamız gerektiğini konuştuk kendi aramızda. Bunun nedeni olarak; idam kararı kesinleşir ve ansızın gelirler ise, arkadaşlarımız idam sehpasına çıktıklarında dizlerinde derman kalmaz ve rezil oluruz düşüncesi ile kararı almıştık. Daha sonra da Halit ağabey Deniz’lerle konuştu ve ölüm orucundan vazgeçmiş olduk. Bu arada çok iyi anımsıyorum, hücrelerimizin hepsi simetrikti. Ben hücremin taharet borusunu yerinden sökmüştüm ve yen hücremde kalan Yusuf Aslan ile oradan konuşuyordum. İdam kararlarının kesinleştiği anda, Deniz Gezmiş ile ben, Yusuf Aslan ile Hüseyin İnan aynı hücrede kalıyorduk. O süreç içerisinde öyle bir ruh hali içerisinde oluyorsun ki, önemli olan tek şeyin ölüme dik bir şekilde gitmek olduğunu anlıyorsun. Ve bundan önce birkaç defa daha söylediğim ve yine söyleyeceğim bir şey var, keşke o sorgular sırasında eylemlerde benimde olduğumu söyleseydim. Eylemlere katıldığımı zaten biliyorlardı ama önemli olan bunları zabıtlara geçmekti tabi. Deniz’lerle beraber idama gitmek, onlardan ayrı bir şekilde geride kalmaktan daha kolaydı kesinlikle benim için. İdam sonrasında kendi içimde çok büyük acılar yaşadım. Yoldaşlığın en üst mertebesini yaşadığın bir durumda, hele ki o şartlar içerisinde kardeşlerinden, hatta anandan-babandan sana daha yakın durumda olan insanları kaybediyorsun. Bunu anlatma olayı çok farklı, ama bunu bir de yaşayan bir beden var.

Ve yine hiç unutmuyorum; 5 Mayıs gecesi bir kuşu sesi, karınca sesi veya börtü böcek sesi gelir gibi hücrelerde ki arkadaşlar kulaklarımızı diktik ve teyakkuza geçtik. Çok bir süre geçmeden de tank ve postal sesleri kulaklarımızda yankılanmaya başlamıştı. Altı-üstü götürecekleri üç tane genç ama o anda orada yaşanan süreci görmüş olsanız, sanırsınız ki memlekette savaş durumu söz konusu. Daha sonra askerlerin bot sesleri eşliğinde, ellerinde zincirlerle hücrelerin dibinde bittiler. Olayı bu denli abartı şekilde yaşatmalarında ki amaçları da, güya bizim yüreklerimize, beyinlerimize korku salmaya çalışıyorlar. Bütün uğraşları ise boşuna oldu çünkü bir damla gözyaşı dahi alamadılar bizden. Yine hatırladıklarım arasında Deniz, Yusuf ve Hüseyin ile son vedalaşmamızda var… Deniz Gezmiş ile son konuşmamızı çok iyi hatırlıyorum; bunlar bizi öldürdüklerini zannediyorlar dedi, boşuna umutlanmamalarını çünkü bu davanın süreceğini yine bana söyledi. Tabi bu arada bende kendimi çok zor tutuyorum. O an ki psikolojiyi anlatmam ise imkânsız. Deniz Gezmiş’i ilk tanıdığımda nasıl bir karakterde ise, idama gitmesine saatler kala da karakteri aynı şekildeydi. İkinci görüştüğüm yoldaşım Hüseyin İnan oldu. Onun bana son söyledikleri de; Diyarbakır’da son konuştuklarımı hatırlıyor musun dedi, hatırladığımı söyledim, piyango sana çıktı diye ekledim ve şuanda burada beraber idama götürülmeyi arzu ettiğimi söyledim. Hüseyin’de bana böylesinin daha iyi olduğunu söyledi. Hüseyin’in yanından çıkıp Yusuf Aslan’ın yanına geçtim. En son Yusuf’la görüşürken kendimi tutamadım artık. Hiç bir şey söylemedim ve sadece sarıldım Yusuf’a… Ama Yusuf’un bana söylediğini hiç unutmuyorum; iki Çerkez’den birisi gidiyor demişti bana… Yusuf’un da bana son sözü bu oldu. Daha sonra ilk önce “hadi eyvallah” diyerek Deniz geçti hücremin önünden, sonra Hüseyin ve en son Yusuf’ta “hoşça kalın arkadaşlar” diyerek hücrelerimizin önünden geçerek idama doğru gittiler… O anda bir çaresizlik durumu hissettim. İçimden ana avrat küfür etmek geldi ama bunun bize yakışmayacağını düşündüm. “Kahrolsun faşizm” diye bağırdım ardından ama ona da tepki vermediler. Zaten ideolojik olarak hakaret ettiğimde alınmayanlar, ana avrat küfür etsem de alınmazlar diye düşündüm… En sonun üç fidanı götürdüler ve ben 4 ay Deniz Gezmiş ile beraber kaldığım hücrede yatağımın üzerine oturdum ve saate bakmaya başladım… Kendi kendimle de “şu kadar zamanda giderler ve idamlar şu saatte gerçekleşir” diye konuşmaya başladığımı anımsıyorum… Geldiğimiz noktada ise, onlar genç öldüler, hala genç yaştalar, yaşlanan ise bizleriz…